Salı, Haziran 29, 2010

Seloteyp

Denizhan ve ben doğumdan sonraki 3. günden beri evde yalnız değiliz. Arada bir iki kesintiye uğrasa da, 1 aylık bir zaman dilimi dışında evde hep bir yardımcı ablamız vardı. Sosyetiklikten ziyade beceri meselesi, hem bebek, hem ev işi, hem yemek benim kitabımda "imkansız" ya da "afet" kelimeleriyle eş anlamda. Şımarıklık değil kapasitesizlik denebilir. Oysa tasarımcı bir mimar olarak üstlendiğim projelerin kontrolunda vs. gerekirse erkeklerle aynı ağır şartlarda, çamurda, güneşte, ofiste uzun mesailerde çalıştım ve çalışırım iddiasındayım. Da ev insanı değilim belli ki. Not düşmeylim ki, bunu becerenlere hayranlığım büyük.
Hala evde olmama ve hatta evde olma isteğime şaşıranlar da var arkadaşlarımdan:
-"Yahu sen hiç böyle bir kız değildin!"
-"A, nasıl yani?"
-"Yani çok domestik değil hani, biraz erkek çocuğu hallerin falan."
-"Bilmem, mutluyum böyle ben."
Tekrar çalışmayı, üretmeyi çok çok istiyorum ama daha esnek çalışma saatleri, çoğunlukla evden çalışma imkanı gibi yeni kıstaslarım var. Ucu bucağı gelmez mesailer, imkansız görünen teslim tarihlerine yetişmeler, korkunç stresler kapı dışarı.Diyorum böyle güzel güzel de bakalım neler olacak...
Devam edelim...
Doktorumuzun da sıkı sıkıya altını çizdiği üzere oğlumun uyku-beslenme-temizlik gibi işlerinin hepsi bende. Anne evdeyse bu işleri başkasının yapması yasak, tek lokma bile verilmeyecek şeklinde. Bol bol oyun da oynuyor, kuduruyoruz. Zaten ayrılık anksiyetesi beklendiği üzere kapımızda, kucağımdan inmediği zamanlar çoğaldı, babası arada "Anneye bu kadar çok ilgi, bana bu kadar az, kıskanıyorum ama ayıp." diyor oğluna:)
Geçen hafta yardımcı ablamız kendiyle ilgili bir mazeretten dolayı ayrılmak zorunda kaldı bizden :( Alışmıştık, çok üzüldük. O kapının ağzında gözyaşlarını saklasa da, bizden ayrılıp aşağı inerken merdiven boşluğundan gelen hıçkırık sesleri benim de içimi mangal etti. Denizhan için ise daha zor tüm bu tür şeyler, değişimler, giden insanlar. Sevgi ve gönül gözünden gayrı, tam olarak anlaşamıyoruz minik melekle, küçük daha tabi. Kocaman insanlar bile saatlerce konuşup yanlış anlaşırken? O soramıyor ki "Nerede Sevda?". Biz anlatamıyoruz ki "Bu bu sebepten gidiyor ablan ama seni çok sevdi, hala seviyor." diye. Hele ilk akşam yemek sırasında mama sandalyesinde bir sağa bir sola,döne döne arkasında mı acaba Sevda diye kontrol edişi yok mu. İçim cızzz etti bir daha.
Daha önceden doktorumuzla bu değişikliğin olacağını konuştuğumuzda "Çok çok sıcak ve daha yakın bir ilişki kurun." dedi. Ben böyle tariflere bayılıyorum zaten, kafamın içi boş bir hamam gibi çınladı bunu duyunca, "Ne demek ki bu acep? Ne yapmam lazım?"
"Zaten yakınız???" diye geveledim, doktor hiç ilgilenmedi.
Muayenehaneden çıktıktan sonra aramızda konuştuğumuzda ortaya çıktı ki; eşime göre şu anki mevcut durumdan daha yakın bir durum ancak ikimizi göbeğimizden birbirine seloteyplerse mümkün olabilirmiş:) İkimizin de komik gözüktüğü bu poz aslında seloteyplenmeye uygun bir andan.Bu sıcaklarda almayalım... Bir oh diyelim elimizden geleni yaptığımıza dair. Yeni ablamız başladı bugün, macera devam ediyor.

Ötesini gören çocuk


Önce bu sayfada politikadan hoşlanmayanlar için zamanin ne kadar hizli geçmekte olduğunu anlatan iki fotograf ekleyeyim, onlar fotograflara dalmiş gitmiş iken hemen mesajimi verip sivişayim;)

Gerçekten düşünen, perde arkasındaki güçlerce belirlenen senaryoları / illüzyonları anlatan medyanın yönlendirmesinin ötesini görüp özgür iradeleriyle seçimler yaparak, dünyaya katkıda bulunan çocuklar yetiştirmek umuduyla....

http://www.dailymotion.com/video/x9mek3_bol-ve-yonet-silinmeden-izleyiniz-l_news
Çok psikopat bulduğum bir kitap vardır, Makyavelli'nin yazdığı Prince- Prens. Yanlış hatırlamıyorsam oradan aklımda kalmış -ki kitapta katıldığım TEK ama tek cümle budur: Bir olay olduğunda, insanlar galeyana geldiğinde, dehşet şeyler gördüğünde hemen bu duyguların üstüne çık ve bak: Bu olay KİMin işine yaradı?
Ben koşuşturan bir Koç burcu olarak çok saf ve/ya bilinçsizimdir bu konuda. Aklını sevdiğim Yay eşim ise serinkanlılığını koruyarak görür böyle şeyleri genelde. Oğlum babasına benzesin bu konuda:)

Pazar, Haziran 27, 2010

Toplam Duyarlılık...

Önce Denizhan'ın fotografını anlatayım. Zamane bebelerini farketmeden o kadar elektronik yetiştiriyoruz ki akılları karışıyor. Bu fotografı çektikten az sorna Denizhan sağ arkada ayakları görünen arkadaşımın kırmızı ayak tırnağına parmağıyla bastı. Parmağın muzip sahibi de o basar basmaz "Bip!" sesi çıkarınca bizimki iyice parmaklara dadandı tahmin edersiniz, Fisher-Price sağolsun:)

Konu başlığına geri dönerek devam edersek...


Yazının adı kaş yaparken göz çıkarmak da olabilirdi aslında:) Bu 2. fotoğrafı Selamiçeşme Parkı'nın dışındaki yaya kaldırımında çektim. Denizhan'ı götürmek için en sevdiğim park budur. Genelde puseti rahatça yürütebilecek geniş kaldırımlar vardır çevresinde. Ama burada gördüğünüz gibi bir karışıklık var. Çevreye duyarlılık adına Atık Toplama Konteyneri yerleştirilmiş, harika bir fikir!

E peki ben puseti nereden süreceğim? Araç yoluna mı inmeliyim? O zaman bir tuhaflık yok mu bu işin içinde? 
Hepsi bir anda olamaz mı, hem çevreye, hem bebek arabasına, hem engelliye duyarlı olamaz mı bu şehir ve bu şehrin sıkı paralar kazanan belediyeleri?
İşim gereği şehrin engellilere uygun hale getirilmesiyle ilgili bir kaç kitap okumuş olsam da insan en iyi kendi başına gelince anlıyor. Devasa yüksekliklerde kaldırımlardan yola inip, bizi görünce frene basmak yerine gaza basarak "Güçlü genler hayatta kalır ve soyunu devam ettirir." teorisini destekleyen ve test eden şoförlerden hızlıca kaçıp karşı kaldırıma tırmanmaya çalışıyoruz. Aslında sağolsun belediyemiz bazı kaldırımlara bir rampa yapmışlar. İşte burada gene şoförler devreye giriyor ve bu az sayıdaki rampanın önüne park ederek gen teorisini gündelik hayata uyarlamaya devam ediyorlar:)

*Çarşamba günü parka gittiğimde konteynerin yeri değiştirilmişti. Demek ki belediyede gizli bir okurum var Ha ha :P

Salı, Haziran 22, 2010

Çelik gibi Sinirler...


Denizhan'a yemek yedirmek için çelik gibi sinir lazım. "Ne de olsa bebek annesi." demek kolay. Azıcık bir ara öğün için yemekten sonra salonun 1/+'ünü, bazen duvarları bile sildiğimiz oluyorsa bu kadar basite alamayabiliyor insan:)

Babamın inancına göre insanların olgunlaşması için yoğun acı, ıstırap vs. yaşaması gerekir. Bunu "Ve çeliğe su verildi." diyerek açıklar. Çeliğe su vermek deyimi eski çağlardan bu yana çeliğe su verip, sonra tekrar tekrar dövüp yeterince sertleşmesini amaçlayan bir yöntem. Ben buna/ yönteme katılmasam da benim sinirlerim de çelik gibi olsun diye dua ediyorum:) Lütfen yeterince suyu önceden almış olayım...:)
Yemek yediren Anne Duası 
Güler yüzümü bozmadan, 
Bütün o dökülen saçılanlara aldırmadan, 
Şeftalili elleriyle saçlarına, yoğurtlu elleriyle üstüme yapıştığında dehşete düşmeden, 
Onun ve kendi saçımdaki bilumum yağlı şeyleri ayıklarken, 
Kendi de yesin diye özgürlüğüne müdahale etmeden, 
Fırlattığı dolu kaşıklara ve havada üç salvo atarak yere düşen tabaklara aldırmaksın, 
Bütün o yememelerine karşı bunu inada bindirmeden tatlı talı devamlı ama ki ısrar etmeden, 
Gerekirse pişirdiklerimizi, hazırladıklarımızı ardısıra çöpe dökerek, 
Ve bütün bunlara kayıtsız ve hatta olumlu bir yüz ifadesi takınarak devam edebileyim. 
Amin:)
Şaka gibi bu ama gerçeklik payı da var. Merak ediyorum bunun çözümü var mı? Eskisi gibi kalabalıklarda 3-5 çocuk birarada da büyümüyor ki çocuklar ben de gözlem yapabileyim. Döküp saçıp doğru yolu bulacağımız günü bekliyorum:)

Not1:Doktorumuz Sabiha Paktuna'nın önerisiyle yeme- uyku-temizlik işlerinde evde olduğum sürece ben yapıyorum, yardım almamam gerekiyor. Evde değilsem tabi ki başkası yapıyor. Ayrıca ilk 3 yaş tamamen çocuğun uyruğunda -nasıl isterse öyle- yaşamamızı öğütlüyor. Allah yardımcımız olsun:)
Not2:Bu fotograf basit bir kirlilik düzeyini anlatıyor. Takdir edersiniz ki yukarıda anlattığım dağıtma-saçma-kirlenme düzeyine geldiğimizden deklanşöre basacak temiz parmağım kalmamış oluyor:)

Pazartesi, Haziran 21, 2010

Diş Buğdayı...

Babalar Günü için biraraya gelince anı olsun diye minik bir "Diş Buğdayı" kutlamasını da araya sıkıştırdık. İstanbul'un altını üstüne getirmekten sorumlu mühendislerden biri olan ve ayın sadece 2 günü tatil yaparak Marmaray'da çalışan dayımız da aramıza katılınca çok keyiflendik. Kendisine bizim evden beşiktaşa direkt 2. bir denizaltından geçiş yaptırma çalışmalarım ve ikna turlarım devam ediyor.
Buğday Aşı'nı ve içine katılacak tatlandırıcı kuru kayısı, cranberry kurusu (?), ceviz, fındık, tuz, şeker, kuru üzüm, cevizleri annem hazırladı, bize sadece kaplara koymak kaldı. Diğer ikramlar kahvaltıdan, konu dışı:)
Ben komik bir şey yaptım. Önce Diş şeklinde kurabiye yapmaktı hayalim. Ama ben sallana sallana kalıp alma zamanını kaçırdım. Mimarım canım, boşa mı okuduk, maket yaptık, keseriz bir zahmet dedim. Hikayenin bu aşamasında pek bir güvenli ve biraz burnu havada idim. Diş şeklinde kestikten sonra pasta hamuru ile kaplayacaktım. Bunun için yakışır diye sable kurabiye yaptım ama tarifi aldığım internet sitesindeki ölçülerle kurabiye toplanmayınca normalin iki katı un koydum:) Bir yandan yorumları da okuyunca gördüm ki bu kurabiyeyi yoğurduktan sonra keseyim biçeyim diye sallanırsan pişince katır kutur oluyormuş. Hani diş kesecek vakit??? O zaman hemen dairesel kurabiyeler yaptık. Eşimden rica ettiğim pasta hamuru da bulunamayınca, ama tesadüfen marketten icing (şekerli marker gibi bir şey desem?) ile gelince kurabiyelere isim yazdım. Ailem hedefimin nerelerden başlayıp nerelere düştüğünü bilmedikleri için beğendiler:) Sonunda yemeyi unuttuk, ayrı...
Bence bu geleneğin en hoş bölümü - benim yapmayı isteme sebebim ise bebeğe mesleğini seçtirmek. Bunun için masaya fotograftaki eşyaları koyduk. Biraz matrak şeyler oldu.

Fotograflar herşeyi anlatıyor ama oğlum  mühendislik ve mimarlık arasında uzun zaman düşünse de MÜHENDİS olmayı seçti. Annem, Babam, erkek kardeşim, eniştem ve son olarak da eşim Mühendis. Eşimin ablaları ve eniştesi de mühendis. Hatta enişteme kalırsa dünyada iki grup insan var: Mühendis olanlar ve olmayanlar...
Hayırlı uğurlu olsun ailemize, dünyaya:)

Pazar, Haziran 20, 2010

İlk Babalar Günü...

Bugün Babalar Günü için maaile toplandık. Evimizde 9 misafirimiz vardı. Bir bebek için 11 kişi çok demekse de gene gördük ki oğlumuzun bir tipik aslan burcu, hiç şüphe yok:

  1. Kalabalıklara BA-YI-LI-YOR! Bu kadar küçük bir bebeğin kalabalıktan korkacağını, huzursuz olacağını yazar ya bütün kitaplar, tam aksine bizimki mutluluktan çıldırıyor. Minik bir yunus gibi o kucaktan bu kucağa yüzüyor:) Her kucakta ayrı bir sahne programı yapıyor resmen.
  2. Varlığıyla insanları büyülüyor. Annesi, Babası, Anneannesi, Babaannesi, Dedesi, Teyzeannesi, Enişte Dede si, Halaları, Eniştesi, Dayıdedesi, Yengesi, Büyükbüyük dedesi ve ninesi, kuzeni, Dayıları falan küçümeni görünce hep beraber kilitleniyor, sohbeti ve hatta ne yediğimizi unutuyor, ağzımız açık seyrediyoruz. Ha tabi bir de herkes sıraya girip birbirinden kapıyor küçümeni. -Şimdi bu madde sayılmaz, her bebeğin ailesi böyle derseniz de, çok çok haklısınız:)
  3. Liderliğiyle kitleleri peşinden sürüklüyor. Müziğe bayılıyor. Müzik duyunca işaret parmağını havaya kaldırıp başlıyor sağa sola sallanmaya. Maaile de peşinden sallanıyoruz. Sanıyoruz ki Music Together'dan çok etkilendi oğlumuz. Ya da bu sayede biz onun aslında müziğin ne kadar farkında olduğunun ayırdına vardık. Hmmm, bak bu da olabilir? Her neyse, eller havaya: "Turn to the left Old brass wagon, Turn to the right Old brass wagon. You are the one, my darling..."
  4. İlgi odağı olmak istiyor, hem de hep. Bu kadar kalabalıkta herkesin ilgisi onun üstünde olsa da bir an için herkes birbiriyle konuşsa, sadece kısacık bir an için bile suratına bakılmazsa, hepimize ince ayar veren bir boru ses geliyor: "Eeeee!!!"
Herkesle ayrı oynadı, zıplatanlar, dansedenler, yürümeye başlamasını hızlandırmak için antrenman yaptıranlar-nedense Özlem Abla'mın bana kastı olduğunu düşünüyorum bu konuda:), bizimkinin mest oluşu üzerine bütün evi bebek minderinde dolaştıran teyzeannesi -bkz.üstteki foto, masal okuyan küçük halası gibi. Bu kadar kudurukluğa bizimki deli yoruldu tabi. Sonra tüm misafirlerimiz gittikten, toplandıktan sonra üçümüz balkonda otururken bu yazın deli yaz yağmurlarından yağınca hep beraber ellerimizi uzattık yağmura. Yağmur şüphesiz daha önce yüzüne değmişse de artık daha bilinçli, daha farklı inceledi yağmuru. Korkup gözlerini kısarak, kaşlarını çatıp varoluş sırlarına vakıf olarak...
Bu Ali'nin ilk babalar günüydü:) Ali'ye hediye aldım almasına da, Oğlumuz bize en büyük hediye gibi bir klişe ile bu yazı biterrr... 
Not: Babalar Günü'nde Nurturia'nın Anneler en Güzel baba oğul fotograflarını çekiyor yarışmasına katılamadım ama benim için en güzel pozlardan birini sona ekliyorum. Gece babasına sokulmuş/sarılmış oğul:)

Cuma, Haziran 18, 2010

Bugün 02

Benim 10 ay 2 haftalık küçümen oğlum Babaannesinin Bodrum'dan gelişine özel ona bir sürpriz yaptı.
BuGüN orta sehpaya tutunup ayağa kalktıktan sonra elinde su bardağı (alıştırma bardağı) varken ellerini sehpadan bıraktı ve o güzelim kendi gibi küçümen bacakları titrerken suyunu kafasına dikip içti.
O an bir çaresizce bir fotograf makinesine ulaşma arzusuyla kıvransam da böyle bir şansım olmadı, çünkü tam arkasında varlığımı da fazla sezdirmeden ve hatta ona engel olmadan hemen arkasında düşerse diye tutmak üzere bekliyordum. Benim de içim titredi o ana şahit olurken:)
Bunlar çok küçük şeyler pek çok insana. Hatta ihtimal ki ben bile dudak bükerdim bekarken falan, "aman ne boş yazılar" diye.
Da bir mucizeye tanıklık ederken onun yanında olabildiğim her ana şükrediyorum. 2 maaşla geçinmeye alışmış bir evin tüm yükünü tek başına sırtlanıp da bizi bize hediye eden eşime de sanal bir plaket gönderiyorum:)
Not: Benim elim de armut toplamıyor. Eski deli yoğun iş hayatım yerinr Oğlum'un da yeri olan daha farklı, esnek, bir o kadar da mesleki tatmin sağlayacak senaryolar peşideyim, kısmet? :)

Cuma, Haziran 11, 2010

OYİP+Gojeko Holding iftiharla sunar...

Burada yazmıştım daha önce, belki gazeteden okuyanlar da olmuştur Nehir Prensesin hikayesini. Önce kısa özet geçsem de, esas anlatacağım iki tatlı sanal alem kadının Nehir'e destek için ortaya koydukları süper bir fikir?
Nehir diye minik güzeller güzeli bir kiz var. Kendi minicik görünse de kocaman bir şampiyon aslında. Çok tatsız bir hastalık var başlarında. Akademisyen anne-babası ve kendi gibi henüz küçümen ablası ile elele bir kez atlattılar bu hastalığı. Umulmayan oldu, nüksetti. Bu çok spesifik hastalık icin artik TR'de yapılacak bir sey kalmayınca, Nehir'in anne babası da her anne-baba gibi bunu kabullenmeyip çok araştırdılar, didindiler, sonunda buldular ve NY'da çok özel bir tedaviye gittiler. 
Şimdi orada bu çok çok pahalı tedaviyi olurken, bir yandan da kızlarının moralini yüksek tutmak icin, onu eve/mutlu/rahat hissettirmek için her gün ayrı bir karnaval havasıyla hem tedavilerini olup hem de günleri renklendirmeye çalışıyorlar.
Annesi Zeynep ilk hastalıktan bu yana blog tutuyor. Sadece Nehir'in değil, Bayazit ailesinin duruşuna hayran olan ve destek olan pek çok kişi düşündü neler yapabiliriz diye. Sanal ortamın bu capcanlı akıllı kadınları boş durmadılar tabi. 
Ne mutlu ki OİP ve Gojeko'nun projesi sayesinde biz de karınca kararınca destek olduk Nehir'e.
OİP'in bir fon toplama aktivitesi olarak kendi tasarımı kutukafa karakterlerinden (ki bu seriyi takip ederseniz gülmek garanti diyorum.) tasarladığı tshirtleri Gojeko bastı. Sadece bağışta bulunan ilk 30 kişi için geçerliydi bu hediye. OİP 30TL'lik bağış istese de kalbi geniş bağışçılar sayesinde akşam olmadan 1.500TL toplanmıştı bile:)
Bağışı gönderdim, "İlk 30'a giremesem de olsun." dedim, karınca kararınca çorbada tuzumuz olsun:) Şansımıza bir de listeye girince de en küçük beden bir melek kutukafa rica ettim, tahmin edeceğiniz gibi Denizhan için. 
Heyecanla bekliyorduk kiii, dün kapımız çaldı. Bir heyecanla açtım kargoyu ki anlatamam. 
O paket üzerindeki detaylar, koşa koşa giden postacı, kraft kağıt paketin üzerindeki nazar boncuklu ip sargımız, t-shirt'ün üzerine iğneli ve misyonu açıklayan kutukafa karakterli minik not. Matruşka gibi, paketleri açtıkça içinden sürpriz çıktı. İnanılmaz başarılı, her şeyiyle düşünülmüş, müthiş esprili, kocaman kalpli harika bir proje. Hatta ellerinde bu kadar küçük beden olabileceğini tahmin etmiyordum, giydirince tam bizimkine göre oldu.
Sonra evde dakikalarca düzgün bir poz yakalamak için bizimkinin peşinde koştum, nafile. Hep benden hızlı hareket etti Denizhan.
Kalbinize, Aklınıza, Ellerinize sağlık. Çok çok teşekkürler:) Giydikçe sizi hatırlayıp, önce Nehir ardından tüm minikler için iyi dileklerimizi seslendireceğiz.
Şimdi Nehir'e destek için biz ne yapabiliriz diye soruyorum? Dur bakalım, minik minik bir şey gelir belki aklıma...
Not1:Nehir için Açalya da ecnebilerin dediği üzere Fund Raising-Fon Toplamak için bir parti yapmıştı. Oradan ilham alarak da meşhur Kudretullah'ı yaptım.Not2:Fotografları bu ince ve zekice hediyeden anı olsun diye basitçe çekmiştim, affola:)

İstanbul'un yakasını bırakın!

3. Köprü konusunda bir kavga gürültü gidiyor da ne oluyor diye kısa bir özet isteyen varsa:
İstanbul Güneyde Doğu-Batı aksında büyüyen bir şehir. Şimdi yapılması planlanan 3. Köprü bu büyüme aksını Kuzeye, yani şehrin ciğerlerine, azıcık ormanlarımıza, sayfiye yerlerimize, su havzalarımıza doğru çekere dehşet bir RANT yaratacaktır. Ama ne pahasına? Şehrin sağlığı pahasına. Olsun yeter ki birileri on yüz bin gemicik daha katsın filolarına :( Biraz inceleyenler sözkonusu yatırımın şehrin üzerindeki iç ve transti trafiği hafifletmeyeceğini görebileceklerdir.

Perşembe, Haziran 10, 2010

Bugün...

Hizmette sınır tanımayan ailenizin blogırı Özgeee yeni bir servis sunuyor. Hemen eteğinizin iç astarından, olmadı pantolon paçanızın görünmeyen iç yüzünden 1cm*1cm boyutlarında 3 kupon kesip adresimize göndererek kampanyamızdan faydalanabilirsiniz.
***Bugün serisi...***
Denizhan BUGÜN SıRaLaDı! O ne demek diyenler için Ekşi Sözlük'ten gelsin: "bebeklerin normal yürümeye başlamadan önce geçirdikleri evre. eşyalara tutunarak yan yan giden bebek yürüyüşü."
Jet hızıyla emekliyordu ya daha dün! Bugün bizim uzun mor koltuğun solunda ayağa kalkmışken tam koltuğun sağında ondan fellik fellik kaçırdığımız TV kumandasını görünce bir an gözleri çizgi filmlerdeki gibi parladı. Ardından pıtır pıtır bir balet zerafetiyle yan yan koltuk boyunca ilerledi. Yakaladım, ben de tam o anda ona bakıyordum. :) Bu da aslında GAB serisinin bir parçası olabilirdi- Görmemiş Anne Baba.
Ah unutmadan 3 gün önce de üst damaktan ilk iki diş kendilerini gösterdiler. Zaten biz anlamıştık kendilerinin partimize katılmak üzere olduklarını. Zira minik oğlumuz geceleri gene ilk dişlerde olduğu gibi çığlıklar atarak uyanmaya başlamıştı.
Elimde değil eski doktorumuz tonton görünümlü tip doktorumun sözleri kulağıma geliyor: "Diş ağrı yapmaaaz!!!" Hadi canım diyorum kendisine en bir saygıdeğer şekilde...:)
Not: Kumandayı kaçırma sebebimiz oğlumuzun onu muzdan farklı görmeyip yemeye kalkışmasındandır...

Montessori hemen burada!

Daha geçen biri sordu ki Denizhan'ı hangi yuvaya gönderecekmişiz? O an bana bakanlar ayakta kocaman bir soru işareti görmüş olabilirler:) 
-"Bilmiyorum, biz daha uyku, yeme, içmeye kafa yoruyorduk. Çok erken değil mi?"
-"Bak zaman bir anda geçer. Hangi ilkokula göndereceksen onun anaokuluna göndermelisin."
-"A, öyle bir şey var değil mi?"
Mezun olduğum okullarımı, orada yaşadıklarımı, görüştüğüm ve artık görüşemediğim arkadaşlarımı sevsem de, okul vs. konularında takıntılı olmadığımı düşünürüm. Benim gibi kolej mezunlarına verilen ve sıkı bir gazdan ibaret olan "kolejden sonra hayat yoktur.", "mezunun mezundan başka dostu yoktur." gibi her türlü teze ilgisiz kalırım. Çocuğum nasıl bir okulda okumalı konusunda da net bir fikrim yok, yeter ki özgür olsun, kendi olsun.
Ali ile ne istediğimize daha oğlumuz portakalda C vitamini iken karar vermiştik,  "Mutsuz, kendini sevmeyen bir çocuk olacağına Galatasaray'da okuyan kendinin farkında, hafiften it bir tip olmasını tercih ederiz."  Genelleme dahilinde, hani galatasaraylıların bu ülkede kıskançlıkla karışık bir şekilde hor görülen bir tavrı vardır ya, kendinden emin, düzene , baskıya olur da baş eğmesi gerekirse bile bunu kendi içinde bir itlikle tiye alarak mağrur kalan:) 
Çocuk  yetiştirme üzerine bunlar tabi eşekten kuşaktan haberi olmayan yeni evli bir çift için ne kadar rasyonel bir söylemse, o kadar rasyoneldir. Haddinden fazla çok ciddiye alınıp da ileride gözümüze sokulmamalıdır:) Sonra geçen sene yeğenimiz GS'ya girince de tanımaktan çok gurur duyduğum bu genç adamın da gelişimine şahit olabilmekten heyecan duyduk.

Şimdi önümüze bu geldi. Üye olduğum anneler grubu yeni bir şeylere sadece dernek olarak, kar kaygısı gütmeksizin öncülük ediyor.
Bu projeden anladıklarımı kendi sözcüklerimle ifade edersem:

Çocuğa "bir proje olarak" yaklaşmak veya ona olasılıkların sonsuz olduğu ama gözetildiği özgür bir ortam sağlamak arasında seçim yapabilecek bu okul sayesinde aileler.


Bu eğitim sistemi üniversitede bir hocamın bizleri yüreklendirmek adına anlattığı bir anekdotu aklıma getird:. Fırsatım olmuş ve çizmiştim daha önce. 
"Üniversite bir fabrikadır." demişti. "Amacı kendisine gelen ham, işlenmemiş tomruklardan işlenmiş ürün, mesela 10*10 kalas elde etmektir. Fakat bu fabrika kendi içinde değerlendirme yapamaz, görevini kendi bildiği kurallar içerisinde gerçekleştirir. Yani bu fabrikaya bir tomruk yerine çok güzel ahşap bir iskemle gelirse onu ayırt edemez, onu da parçalar ve işlenmiş 10*10 ahşap haline getirmeye çalışır.Yani kendinize dikkat edin." demişti bizlere. Artık bizim kuşak tornadan geçmiş, bırakalım da gelecek için "İşte Montessori budur!" deniyor.

Amaç dahiler yetiştirmek gibi bir iddia değil, her çocuğun kendi değerinin ve yeteneklerinin farkına varmasını sağlayarak "gerçek" potansiyelini keşfetmesi.Merak ediyorsanız buyrun tıklayın:

Veli inisiyatifi montessori okulu
Not: Başta tereddütleri olan bir annenin Montessori tecrübesi - gerçek deneyimler için Bölüm IBölüm IIBölüm III.

Pazar, Haziran 06, 2010

Tır-Ma-Nı-Yorum...

Çok hızlandı Denizhan. Her geçen gün yaptığı yeni şeyleri yazmaya kağıt, akılda tutmaya annesinin hafızası yetmez.
Neden bahsetsem ki?
*Emeklemek de ne kelime, Jet hızıyla emekliyor. Öyle ki evi değiştirip/dönüştürsek de hala tehlikeli bulduğumuz alanlarda yanında eskortluğa zorr yetişiyoruz.
*Şarkılardaki pam pam gibi şeyleri aniden tam da yerinde söyleyebiliyor. Sevdiği bir tempo olunca çıldırıyor, artık allah ne verdiyse oturduğu yerde ya da ayağa kalkıp bir yere yaslanarak başlıyor sallanmaya, kolları sallamaya.
*Kulaklarımızı keşfedeli bir kaç zaman oldu. O kadar ilginç geliyor ki bu kulaklar ona uyurken, süt içerken memeden falan eller hep kulaklarda, hayranlıkla kıvrımlarında gezdiriyor parmaklarını.
*Çok özgürleşti emeklemeye başlayınca. Kendi yapabileceği şeyleri yerine yapmamıza izin vermiyor, yemek yemek gibi. Kendi de yemiyor tabi, bir çılgın tiyatro sergiliyoruz her öğün.
*Ve dün tırmandı ilk defa- kütüphaneye. Fotograflar anlatsın. Korkmayın, yansımadan da görüleceği üzere baba arkada aportta bekliyor:)
*Dikkatini dağıtmak artık o kadar kolay değil. Bir önceki sefer keşfetmesi yarım kalmış / şaşırtılmış olmasına rağmen, aradan bir kaç saat de geçse, uyusa uyansa da gelecek sefer gene jettt hızıyla geçen sefer işinin yarım kaldığı odaya bütün evi boydan boya geçmecesine emekleyip, yarım kalan işini/ keşfini tamamlamaya dönüyor.

Keşke aynı hızla bizim zekamız da artsa da oğlumuzun satrancında geride kalmasak:P

İyi ki gelmişsin oğlum, hayat seninle çok heyecanlı:)

Cumartesi, Haziran 05, 2010

Anne sütü severler ve sevmeyenler...

Yağmur yağdı da hava gecenin bu saatinde daha boğucu oldu. Da derdim bu değil. Bir kaç ay önce kaybettiğim çok enteresan bir yazıyı tekrar okuyunca bu yazı ortaya çıktı.
Genelde fotograf çeken ben olduğum için Denizhan&Süt temalı bir resim bulamadım (emzirme örtülü bir versiyondan bahsediyorum:) Bunun üzerine oğlumun mini marakasları bulunca ilk çıldırşı ve ilk gösterisini paylaşıyorum.
***
Anne forumlarında annelerin zaman zaman birbirine çok sert giriştiğini -sözel olarak- görüp şaşırıyorum. Bu mecraların amacı yaşanmışlıkların paylaşılıp, sıkıntılara çare bulunması değil mi? Hedef sağlıklı bebekler- çocuklar yetiştirmek değil mi?
Eşim kadınların erkeklerden daha yüksek egoları olmasıyla bunu açıkladı. Ben ise erkekler kendilerini iş yeri, spor vb. konularda iddia ve ispat çabasına girerek, iş hayatından daha az görebildiğimiz kadınların (çalışmayan) ise mükemmel anne, mükemmel ev kadını olarak egolarını tatmin ettiklerini düşünürüm. En tatsız tavır "Benim dediğim/yaptığım tek doğru, tek yol benim yolum. Başka iddiası olanlar bizden değil."
Bir forumda bir anne sinirle büyük harflerle kendini paralarken okumuştum, içeriği şöyle bir şeydi "Bencil anneler, sırf çocuklarınızı kendinize bağımlı yapmak için geceleri de ağladığında ısrarla süt verip, zavallı bebeğin dişini çürütüyorsunuz. Ağız florasını mahvediyorsunuz. vs vs." Saydırmaya daha devam ediyordu.
Denizhan daha o zamanlar 6 aylık.Okuyunca afallamıştım. Gece oğlum ağlarsa süt vermem dışında bir yöntemle susmuyordu ki. Olabilir mi böyle bir şey dedim. Ama hiç mantıklı gelmedi. Basit bir çıkarım yaptım.
Data01-Anne sütü doğal.
Data02-Ağlayan bebeğin anne sütü istemesi doğal.
Sonuç01-Anne sütü bebeğe, bebeğin dişine zarar veremez.
Bu yazıyı bir anne blogunda okuduktan sonra izimi kaybedince burada bahsedememiştim, karşıma çıktı yeniden.
"Ne alaka, kim bunu iddia eder ki?" diyenler, buyrun buradan yakın diyorum. Bir çok uzmanın bir anne babaya yaratttığı kafa karışıklığı ve nihayetinde gerçekten insan bir doktorun çözümü...
***
Bu kadar yeter, biraz da gülün diye "Deniz Baykal'ı hiç böyle gördünüz mü?". Ben dağılmıştım bunu görünce, nedir bu? Ümit Besen'in fotografçısı çekmiş kesin:P

Cuma, Haziran 04, 2010

Görmemiş Anne-Babalık...

Kitubi'nin Ayk budur ve Pratik Anne'nin Pratik Anne'lik budur serileri çok eğlenceli ve yaratıcı. Biz de görmemişin oğlu olmuş serisi yazarsak neler olur deneyelim mi?

GAB (Görmemiş Anne-Babalık) Budur...
Görmemiş Anne-Babalık ne demek? Bir çocuk yapmış, yapınca bir sevinmiş bir sevinmiş, neredeyse sevindirik-görmemiş olmuş demek.
Gece aniden uyanan oğul, anne-babası tarafından sakinleştirilmek için kucağa alınır. Bu anı fırsat bilen anne-baba, bu güzelliğe/ mucizeye ve hemen burada- kollarında olmasına dayanamayıp koklamak için bir karınca yiyenin pür dikkati, tedbirliliği ile sinsice koca burunlarını o minik boyuna sokuşturmayı fırsat bilir. Hatta birbirlerine bu konuda nisbet yapar. Hedef maksimum koku alırken, bebeğe minimum rahatsızlık yaratmaktır. :)

Not: Oğlum büyüsün onunla ne belgeseller seyredeceğiz diye hevesleniyorum bazen. Karınca yiyen'in de ne sevimli bir hayvamn olduğunu böyle bir belgeselde görmüştüm:)

Çarşamba, Haziran 02, 2010

Telekulak, Kadro, Anne Başı

Bugün annemden bir mail gelmiş. Diyor ki kendi telefonundan gene kendi numaranı başına 15 ekleyerek ara. Yani 15-0532-XXX XX XX gibi. Çalıyorsa dinleniyormuşsun. Yoksa operatör hata mesajı veriyormuş. Aradım, çaldı. Çok komik geldi.

Gerçekten ödediğimiz vergilerle maaş alan birileri beni dinliyorsa yazık o paracıklarımıza. Eğitime yatırın parayı, jurnallemeye, fişlemeye değil.

Fişleme demişken bu ayki Atlas Tarih'in çok güzel bir eki var "II. Abdülhamid'in İstanbul'u." Ağabeyi ve amcasının kötü kaderlerinin balına gelmemesi için olsa gerek çok ciddi bir hafiye ekibi kurarak, yıllarca jurnal toplar memleket, İstanbul ve çevresi hakkında. Bugün sayesinde müthiş bir fotograf koleksiyonu var ve bu şekilde yayınlanmış.

Konuya devam edelim. Henüz çalışmaya başlamadığım da gözönüne alınarak, mesela benim konuşmamda neler dinleyeceklerdir:
*Kilo alımı.Atlattık, kafaya fazla takmamak lazım. Rahat olmak güzeli.
*Yedi, yemedi. Seveceği tatlar keşfetmek bir anne için kayıp Anadolu Leopar'ının izini keşfetmekle aynı değerdedir.
*Bugün hangi programda Sabiha Paktuna ne demiş? Bilenler, başka bilenler, bildirsinler.
*Bebek için Katı Meyva sıkacağı alsak mı?
*O bez, bu bez.
*Music Together'a kayıt yaptırdık.- Çok keyifli olacak. 12 Haziran'da başlıyoruz. Bebek anlamaz diyenlere yanıtım: Müfredat(!) CD'mizi ilk dinlediğimizden beri dans eden 9.75 aylık bir bebek düşünsünler:)
*Montessorilesek de mi eğitsek?
*Yazlıkta 1.5 kalacağız, daha daha ne götürsek?

E bize önemli de, devletin, Milletin bunca işi arasında ıvır zıvır işte. Sonuçta yıllar önce önüme çıkan bir belge de önüme bu akşam çıkınca ekibi daha fazla uğraştırmayalım dedim. İşte kadro!
Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...