Pazartesi, Ocak 31, 2011

Oyuncak Müzesi hakkında...

Dedesi kaç zamandır istiyordu ve nihayet cuma günü Oyuncak Müzesi'ne gittik Denizhan'la.(Şimdi bağlantı veriyorum ama dehşet kötü bir web siteleri var, buna el atarlar umarım.)
O güzelim köşkü görünce Sunay Akın'ın yumuşacık sesinin ardında harika bir çocukluk olduğuna bir kere daha ikna oldum:) Ah biz de Ali ile ne hayaller kuruyoruz. Oğlumuzu köşkte(!), hadi bahçeli evde, hem de İstanbul Göztepe'de, yani şehrin içinde büyütebilsek ne kadar şahane olur:)
Neyse müzeye dönersek, böyle bir müze olsun diye çok emek verildiği ortada.Sunay Akın'a Türkiye şartları için delilik sayılabilecek şekilde büyüdüğü bu güzel evi müzeye çevirdiği ve değerli koleksiyonunu paylaştığı için teşekkürler. Daha çok deli lazım bu ülkeye!
Neyse gelelim müzeyle ilgili aklımda kalanlara:
  • Müzeye yaklaşırken sizi sokakta karşılayan 3 adet gerçek boyuttaki Zürafa heykelleri geldiğiniz yerin muzipliğini hemen size hissettiriyor, hikayesi burada.
  • Denizhan ve yaşıtı çocuklar spritüalistler tarafından yeni bir çağın sevgi dolu çocukları olarak adlandırılıyor. Enerjileri, DNA'ları, zekaları farklı falan diyorlar, belki duymuşsunuzdur. Artık bundan mıdır bilinmez, özellikle 2. Dünya Savaşı Dönemli Alman Oyuncaklarının (özellikle savaş oyuncakları) olduğu odalara kesinlikle girmek istemedi, mümkün değil adımını attıramadık. Biz de yan odaya geçtik.
  • Henüz uçakların olmadığı ya da yetersiz olduğu Kara Savaşları'na dair oyuncaklar vardı. Son derece teferruatlı cephe karargahları gibi. Çadırlar, Gözcüler, Toplar, Topçular vs. Müze görevlisi dedi ki: "Bu oyuncakların bu kadar gerçekçi yapılmasının bir sebebi var. Bu oyuncaklarla oynayan çocuklar çok değil, 10 sene sonra kendileri cephede savaşacaklardı." Maalesef dünyamızın yüz karası I-II. Dünya Savaşları dönemlerinden bahsediyoruz.
  • Uzay Oyuncakları Odası'nda da enteresan bir şey öğrendik. Ki bence gezinin en can alıcı olayıydı. Amerikan Hükümeti Uzay Programını başlatıp halka duyurduktan hemen sonra çeşit çeşit roket, astronot maskesi gibi oyuncaklar piyasaya sürülüyor. Büyük bir şevkle bu oyuncaklarla oynayan çocuklar, yarının uzay mühendisleri olup "Uzaya gitme/yerleşme." projelerinde görev alıyorlar. İşte batıdan farkımız bu bizim. Onlar gerçekten sözde değil, özde çocukların geleceğimiz olduğunun farkında ve buna YATIRIM yapıyorlar. Bizde ise yasak savmaca 23 Nisan törenleri düzenleniyor, koltuğa oturan çocuğa "Bugün için astığın astık, kestiğin kestik." deniliyor:(
  • Trenlere ayrılan odada camlar da vagon penceresi şeklindeydi ve kompartıman koltuğu şeklinde de bir bölüm yapılmıştı. Denizhan en çok burada eğlendi. Bir yanına dedesini, bir yanına beni oturttu. Tren şarkıları söyleyip, trendeymiş gibi titreyip sallandık. 
  • İkinci favorisi çiftlik konseptiydi. Kazlar, tavuklar, at vs. Hepsini gösterip, sesini çıkardık.
  • Çok güzel bir kış bahçesi ve şirince bir kafesi var. Buralarda genelde çocuklara özel çeşitli etkinlikler düzenleniyormuş. Ahşap boyama, tiyatro vs.
  • Gezi boyunca bize eşlik edebilecek rehber ya da sesli tanıtma cihazları olsa gezimiz daha da keyifli olurdu. Ya da sergilemelerin yanında kısa notlarla daha çok bilgi alabilmek hoşumuza giderdi.
  • Oyuncaklar dönemlerine ve konularına göre farklı sergileme dolaplarında ve odalarda sergileniyor. Biz mekanı gezerken başka bir grubu gezdiren müze görevlisi bey "Sunay Bey dekorasyon için mimar değil özellikle sahne tasarımcısı ile çalıştı." diye gururla anlatıyordu. Açıkçası bu projeye yüreğini verecek, yetenekli bir mimarın çok daha iyi iş çıkaracağını düşünüyorum.)
  • Müzenin dışındaki otopark alanı hafta içi yeterli, hafta sonu sıkıntı olabilir.
  • Engelli ya da puset girişi  (rampavari) göremedim. Müzenin asansörü yok.
Efendim bugün blogırınız Özge B çoluk çocuğuyla beraaber olay yerinden bildirdi. Özetle GEZİN GARİ! 
Oyuncaklar camlı sergilerin arkasında olduğu için "Bizim oğlan eller, kırar!" gibi korkularınız olmadan, tabi ki bir yetişkinin gözetiminde rahatça gezdirebilirsiniz çocuğunuza. Siz de kendi iç dünyanıza, Fatoş Oyuncak'larınızın puslu anılarına dönebilirsiniz gezerken:)

Pazar, Ocak 30, 2011

Bir Dolap Kitap

Daha önce de bahsetmiştim Bir Dolap Kitap'tan. Çocuk kitapları (az az büyük kitapları da) hakkında bana dehşet bir kaynak sunan Banu ve Yıldırım'ın blogu. Dehşet bir kaynak diyorum, çünkü kitabı, okumayı çok sevsem de çocuk kitapları edebiyatın bilmediğim ve ne alsam diye dehşete düştüğüm bir dalı. İlk denemelerimde bir kaç kitapçı macerasında, herhalde şanssızlıktan, onlarca raf arasında hep kötü resimlenmiş, tatsız öykülenmiş kitaplara denk gelmiştim. Bu da biraz hevesimi kırmıştı. Banu & Yıldırım sayesinde aslında hem Türk hem de yabancı yazarlardan ne kadar keyifli kitaplar olduğunu farkettim ve onlarcasını Kitap Yurdu'ndan ısmalamıştım.
Durun dahası da var. Bu iki tatlı insan yılbaşında çekiliş yaptılar ve kurada ismi çıkan Denizhan'a harika kitaplar yolladılar. Dahası bu kitapların her birini Banu tarafından tam da nar çiçeği kırmızısı kurdelelerle paketlenmişti.
Eminim bu etkinlikte seçilen her kitap özeldi. Bizim payımıza düşen şahane kitaplar da şunlar:

  • Aç Tırtıl (favorilerimizden biri oldu bile! Şaka sanmayın, ciddi ciddi ilk 5'i var Denizhan'ın. Her bir kaç günde bir yeni bir kitap da deniyor, ya seviyor ve listeye giriyor bir başka kitabı ekarte edip. Ya da sevmiyor ve tozsuz rafımıza geri dönüp Denizhan'ın kendisini seveceği bir zamanı beklemeye devam ediyor.)
  • Anne Ben kimim?
  • Neden? (Bunun linkini Banu gönderdi.)
Teşekkürler, sayenizde kitaplığımızı geliştirmeye ve kitap keyfimizi arttırmaya devam ediyoruz.
Sizi izlemeye devam edeceğiz!

Cumartesi, Ocak 29, 2011

Affetmek 2

Sevgili Ayça unutmamış, unutturmadı bana da. Bu günlerde aklımda olana denk dizeler düşürdü gözümün önüne böylece. Can Şair Özdemir Asaf'tan:


Bu sabaha karşı kendimle konuştum
Ben hep kendime çıkan bir yokuştum
Yokuşun başında bir düşman vardı
Onu vurmaya gittim,kendimle vuruştum

Kendimizi affetmemize dair daha fazla söze gerek var mı?
Aslında var, vaaar!
Bir 3. yazıyı da kendini affedemeyen ebeveynler, annelerle ilgili yazasım var. Kim bunlar diye soran olursa, parmak kaldırıyorum:

1-Özgeee

Cuma, Ocak 28, 2011

Benim Annelerim 1: Mitolojik Anne

"Benim Annelerim" serisi yazmaya karar verdim. Devamını getiremediğim ya da düzenli yazmadığım önceki iddialı bir iki serim gibi olmayacağını umarak başlıyorum :)
Bu yandaki tombul hanımın adı Ganesha, ayrıca kendisi bir Hint Tanrıçası ve onu tombul bir hanım olarak betimlemek çok ayıp, dilime kırmızı biber! Bizler gibi konuya genel kültür olarak yaklaşanlar için en öne çıkan özellikler çok kolu olması ve fil hortumu bulunması.
Benim Ganesha'da hayran ve hasta olduğum özellik çok kolu olması. O kollarla neler yapılmaz ki? İkisiyle blog yazılır. İkisi ile Denizhan ile boyama, lego gibi aktiviteler, ikisi ile ev derlenir toparlanır, ikisi ile mimari proje çizilir, mimari dergi okunur, ikisi ile.
ZZZzzzt, ama burada bir şey eksik!
Ganesha kusura bakma ama sana hayranlığımı devam ettirebilmem için kendini biraz daha geliştirmen lazım. Mesela 3 boyutlu görüşü de elzem kabul ettiğimden en az 4 çift göz lazım bana. Neden mi, bu yukarıda saydıklarımı yapabilmem için tabi.
Bir de bu araştırma sırasında Ganesha sembolizmine dair aşağıdaki dokümanı buldum. Süper Anne olmak için gerek ve yeter her şart var gibi bu bünyede:
Büyük kulaklar: Daha iyi dinler.
Büyük Kafa: Büyük düşünür gibi.
İyi haftasonları...

Perşembe, Ocak 27, 2011

Affetmek...

Kendimizi affetmek neden bu kadar zor? Oysa önce kendimiz affedeceğiz ki sonra başkalarına sıra gelecek, ister affetmek için, ister şartsız sevmek için...Bu günlerde bununla ilgili şeyler geldi önüme.
Sonra da The Daily Guru*'dan muhteşem bir söz:
GOD HAS A BIG ERASER. Billy Zeoli
"TANRININ KOCAMAN BİR SİLGİSİ VARDIR." diye Türkçeye çevirsem hata etmiş olmam herhalde.
Tanrı bize bu kadar inanır ve kollarken, kendimize bu kadar yüklenmek niye? Kendimize hırsımız?
Ne olur o zaman biz de elimize küçük, küçücük silgiler alıp sayfanın bir köşesinden başlasak:
Önce çamaşırları yıkamayı ya da kredi kartının ödemesini unuttuğumuz için kendimizi, ardından yağmurda üstümüze su sıçratan şoförü, sonra sevdiğimiz birinin bir ters lafını unutarak. Böyle böyle hafiflesek?
Affetmek...Önce kendimizi!
Not: Güreş sonrası yorgun Denizhan'ın argın gözleri...
(*) The Daily Guru Türkçesi Günlük Guru/ Gündelik Guru gibi bir şey olmalı. Bu ücretsiz e-posta servisine üye olduğunuzda her gün posta kutunuza ingilizce olarak seçilmiş bilgece sözler geliyor. Gelen mesajın grrçekten bana denk düştüğü, o günüme cuk oturduğu çok olmuştur.

Çarşamba, Ocak 26, 2011

Ebeveynlik Tarikatı'nın Annelik Locası'nın Gizli Sırları 1

Bu seri yazılar beni yazarken çok cezbediyor nedense:) 
Geçen gün Denizhan ile yaşları yakın bebekleri olan iki arkadaşımla otururken ve bir yandan çocuklar arasındaki çılgın trafiğe göz kulak olmaya çalışırken yaptığımız sohbet ilham verdi bana. Şu yazımda da bahsi geçen  "Daha bunlar iyi günlerin!" grubunun işini bu yazımla bitiriyorum. Bu 3. şahısların en büyük olayı yeni anne üzerinde tarifi güç bir baskı ve depresyon yaratmak suretiyle edindikleri manasız hazdır. İddia ediyorum, şimdi yeni anneler ve anne adaylarına öyle bir SIR vereceğim ki ,artık kimselerin kuklası, madarası olMAyacaklar!
Ne diyor bu grup insanlar size? Daha önceki yazımda da bahsetmiştim:
-Hamile misin? Bunlar iyi günlerin, bilesin! (Bunun ilk, orta ve son trimester için aynı versiyonları mevcut.)
-Yeni doğum mi yaptın? Bunlar iyi günlerin, bilesin!
-Bebeğin 0-3 aylık mı? Aman kıymetini bil, bunlar iyi günlerin.
-Bebeğin 3-6 aylık mı? Kafasını kaldırıyor mu? Hadi kıymetini bil, bu günler bitecek.
-Bebeğin sıralıyor mu? Bittin sen, son bir kaç günün, sonrasını ne sen sor, ne ben söyleyeyim.

Merak etmeyin, özellikle bu ilk aylar acemlikten dolayı biraz zor geçse de, size iddia edildiği gibi "geleceğiniz daha da karanlık ve besbeter" ASLA değil!
17.5 aylık bir bebek annesi olarak bugüne kadar verilen sürelerin çoğunu aşmış olarak yazıyorum bunları:
Bu hurafe ve korkutmaların hepsi yalan! 
Doğurdum, hafifledim.
İlk 3-4 ay en zoruydu. Bir bebek ne bilmez iken, bunca sorumluluk ve anne olmanın getirdiği yeni kimlik kaygıları.
Aslında şimdiye dek işim giderek kolaylaştı, çünkü hem bebeğimi daha iyi tanımam, hem de belki en önemlisi her geçen gün artan iletişimimiz sayesinde nedensiz ağlamalarımız azaldı. Artık o hangi konularda hassas, hangi durumlar eğlenceli, sıkıntılı az çok tahmin edebiliyorum. Krizler doğmadan önlem alabiliyorum. Gününü doğru planlamaya çalışıyorum.
Ha bitmez tabi, şimdi önümüzde Terrible 2 /Korkunç 2 var. Geleceği varsa, göreceği de var :) Elim kalbimde bekliyorum:)
Hadi Geçmiş olsun, Gazanız Mübarek olsun yeni anneler:) Ben inanmıştım, siz bunları düşünüp, boşuna enerjinizi sarfetmeyin!


Not: İlk resim Denizhan'ın Mevlüdü'nden Ayça oğuş'un bir karesi. Denizhan 2 aylık.
2. resim bu haftasonu. Fotoğraf anonim:)Denizhan 17.5 aylık.

Cuma, Ocak 21, 2011

Aman doktor...

Bu ara çok keyifli sohbetlerde çok komik öyküler anlatılıyor bana. İki gündür karnımı tuta gülüyorum. Bugün de komik bir an'ı yaşattığı için sevgili eşime teşekkür ediyorum.
Rahmetli kayınpederim Dahiliyeci idi. Dediklerine göre pek çok doktor çocuğunda olduğu gibi, Ali de kendini az buçuk doktor olarak düşünür. Bu akşam Denizhan'ı uyutmadan az önce bir anda inanılmaz ağrılar girdi vücuduma. Ali'ye dedim ki:
-Ali'cim ne iş yahu? Sol bileğime ve sağ kulağıma aynı anda acayip ağrı girdi?
Ali'nin cevabı beni kopardı. Son derece ciddi ve bilge bir ses tonuyla:
-Öğlen ne yemiştin?
5 dakika falan güldüm. Ali de hala doktor yarısı olduğunu, cevabının da iyileştirici özelliği olduğunu, beni güldürerek ağrımı unutturduğunu söyledi. Doğruymuş demek ki, yarı doktor beğnim beyğim:!

Gelelim videoya. Çektiğim andan hemen 5 dakika önce dedesi türlü müzipliklerden bir başkasını Denizhan'a öğretmiş. Artık adı her neyse o nesnenin ona üflüyor ve alkışları topluyor. Videonun ikinci yarısı daha keyifli. Seni Aslan burcu seni, alkış almak için yapmayacağın şey yok, di mi:)

Salı, Ocak 18, 2011

Antre'de

Bahsettim herhalde onlarca kez, ben mimarım, hem de işine aşık, deli divane bir mimar. Bundan sonra yazılanlar mesleki not niteliğinde midir, değil midir göreceksiniz:) Şimdiki italik pragrafı belgesel ses tonum ile okuyorum size:)
Mimaride giriş mekanının ayrı bir önemi vardır. Bulunduğu yapıya göre kimi zaman antre, kimi zaman lobi, kimi zaman da sadece giriş olarak adlandırılan bu mekanda seçtiğimiz renkler, yer ve duvar malzemeleri, aydınlatmalar çok önemlidir. Hani insanlar bir yabancıyla tanıştıklarında ilk 3-5 saniyede ilk izlenimi edinir ve sonraki tüm ilişkileri bunun üzerine filizlenir denir ya. Hah işte aynı şey mekanlarda da giriş üzerinden okunur. (Nasıl ki fetişi olup ilk kez karşılaştığı bir insanda ele, ayağa bakan varsa, banyoyu görmeden mekan hakkında fikri oluşmayanla da tanışmıştım, ayrı:) )
İşte benim kayınvalidemin antresinde de bir dizi raf ve bu raflarda çocuklarının, eşinin, dostunun dünyanın veya yurdun dört bir yanından getirdiği minik heykeller biblolar durur. Kayınvalidem de dekorasyonunu değiştirmeyi, yenilemeyi çok sever. Tam da evrenin istediği gibi, Hoop, atar eskileri, geliverir yenileri. Bizim babasıyla sinemaya giderken babaannesine emanet ettiğimiz bir günden aşağıdaki fotograf. Babaannesi atıvermiş bir dizi bibloyu, yerleştirmiş bizimkini baş köşeye.
Acaba bıraktığın yerde 5 saniyeden fazla kalsa Denizhan'ın bu hali girenlere mekan hakkında ne düşündürtecekti?
Fotografda bir de ayrı bir hava var. Sanki 2011'den değil de, benim çocukluğumda çekilmiş gibi renkler solmuş. Bir melankolik. Bu analık bana her şeyi mi duygulu gösteriyor ne?
Neyse işte, gene Konya'dan girip, San Diego'dan çıkıp, TEM'e bağlanamamış bir yazı. Bırakın dağınık kalsın...:)
Not: Bu arada yeni yılda mimari, çocuk mekanları, dekorasyon konularında da eserse ve estikçe yazmaya karar verdim. Arada soranlar da olmuştu, bloğumuzun 87 fonksiyonundan biri de bu olur artık...

Cumartesi, Ocak 15, 2011

Sere serpe Kitap...

Hala diyorlar, orada burada okuyorum, buncacık çocuk kitaptan ne anlar?
Kendisi de henüz buncacık çocuk olan Denizhan, ki artık 17 aylık, bir kitap delisi. Hatta bazen aynı öyküyü ardışık ve aralı olarak günde toplam 8defa okumaktan o çocuğun annesinin içi bayılıyor, hatta idealizmini kaybetme hissi ansal olarak beliriyor:)
Hatta şuncacık çocuk kitap sevgisini doyurmak için artık annesinden ayrıca akşam işten gelen babasının önüne de kitap getiriyor. Sonra kucağına sere serpe yayılıyor, okutturuyor, okutturuyor, okutturuyor. Ama surattaki mutluluğa, vücudundaki mayışmayı görmeniz lazım, değmeyin keyfine.

Anne mi ne yapıyor bu arada? Fırsattan istifade mola alıyor, mutfak toplamaca, tuvalete girmece, iphone'la maillere bağlanmaca. Artık allah ne verdiyse, onun da değmeyin keyfine:) Fotoğrafta sabahtan 5 kere okuduğum Julia Donaldson'ın Tostoroman'ını babasına 3. kez okuturken görülmekte.
Not: Kitap seçimlerimiz için bize ilham veren, bana bu vakitsizlikte bir sürü vakit kazandıran  Bir Dolap Kitap yazarları Yıldıray ve Banu'ya ve blogunda kitap sobesini cevaplarken bana dehşet bir kaynak sunan Mira'nın annesi Banu'ya teşekkürler. Demek benzer zevklerimiz var ki , biz de oğlumuz da çok mutluyuz.

41 kere maşallah...

41 adet izleyicimiz olmuş zannederken, 45 olmuşuz bile. Teşekkürler:) Umarım keyifle okuyorsunuzdur. Maalesef düzenli yazmak zor, zira zor vakit ayırıyorum biraz blogumuza. Bu ara işe dönüş telaşları da uçuşurken kafamda:)
Farkettim ki pek çok konuda olduğum gibi bu konuda da dışarıdan bi-polar /çift uçlu gözüken bir tavrım var.Aslında okundukça ve yorum aldıkça mutlu oluyorum, hem de çok. Kapımı bir arkadaşım, sevdiğim çalmışcasına. Gene de biraz sessiz gidiyormuşum, öyle dediler..

Galiba içten içe istiyorum ki arkadaş, eş dost hoşgelsin, bunun dışında, surf yaparken, ya da bir yerdeki yazımdan, yorumumdan kendine yakın bulup gelsin okuyan kişi. Çok popüler blogların kavga, gürültüsünü, öveni, sövenini yönetmek de ayrı maharet. E malum bizimkinin öyle bilimsel bir temeli, bütüne fayda amacı yok, daha Oturma Odası halleri bizimkisi. Bu nedenle bir kaç arkadaşım sormuştu, söyleyeyim, Anne forumlarından içlerinde ilgiyle takip ettiklerim olsa da oluşturulan "Blogcu Anneler" listelerine kayıt olmama sebebim budur. Eğer gelenimiz varsa şans eseri, ayağının tozuyla, ya da tesadüfler eseri gelsin istedim, istemiştim. Şimdi buradayız:)
İşte tüm dünyanın merak ettiği bu sır perdesini de kaldırdıktan sonra gelelim bizim çocuk işçi'nin evdeki çalışmalarına.Buyrunuz fütursuz anne,olay video, işte beklenen skandal!

Cuma, Ocak 07, 2011

Boys Band!

Denizhan'a babasının yeni yıl hediyesi Müzik seti. Tam iki aydır büyük bir sabırla bekledik, sakladık. E bunca beklemeye yeni yılın ilk sabahında verebildik, birazcık rötarla. Fotoğraflamayı başarabildiğim kadarıyla öykü şöyle gelişti. Büyük bir heyecanla hediyesini açtı (açtırdı). Ardından tek tek tüm aletleri test etti, onayladı. Sonrasında dayısı ve babasına birer enstrüman  seçti. Duracakları yerleri dahi belirledi ve onlar tam da deiği noktaya gelene kadar ısrarla bekledi:)
Veee bunca ön çalışmanın ardından beraber müziğe başladılar. İşte karşınızda en Minnak'ın orkestrasyonunda Boys Band... Ne mi çalıyorlar?
Tabi ki Music Together'ın Sticks albümünü!

Pazartesi, Ocak 03, 2011

Acıların kadını...

Duyduk duymadık demeyin! Eşim Ali benim blogumda yazdıklarıma tekzip niyetinde ayrı bir blog yazacağını açıkladı. Neymiş, kötümser bir bakış açısıyla anlatıyormuşum kendimi, acıların kadınıymışım vs:). Bir güzel anlatacaklarmış oğluyla beraber gerçekleri.  (Yeni yıl dileklerimde daha az eşofman giymeyi dilediğim için açıldı konu. O kadar da çok eşofman giymiyormuşum ki!) Ben de kendisi yeni bir blogger olacağından destek olmaya karar verince, bir kaç blog ismi önerdim. Şimdilik düşündüğü blog isim adayları:

  • Özge'nin Seyir Defteri (Zaten şu andaki blog ismime sinir oluyor. Denizhan'ın sayfasında kendi hususi şeylerimi de yazıyormuşum:))
  • Özge'yi Tekzip Ediyorum
  • Acıların Kadını
Önerilere açığız...:)

Pazar, Ocak 02, 2011

Yeni yıl kutlaması ve Pandora'nın kutusu...

Ali ile biraz izole bir hayat yaşıyoruz Denizhan aramıza katıldığından beri. Ne yalan söyleyeyim bunun için onu suçlamak haksızlık olur, bu ana baba olarak bizim seçimimiz. Hala süt emdiği, önce bakıcıya emanet edemediğimiz, ardından bir futbol takımı kadar bakıcı değişmesi sonucunda (Burada ağlanmadım ama bir türlü oturtamamıştık bu bakıcı işini. İşe dönebilmek için önce bunu çözmeme gerekiyordu.) bize/bana bağımlı olduğu için başka bir çözüm üretemedik - dışarı çıkmamaktan başka.
Sonuçta geçen yılbaşı Ali'nin ailesi bize gelmişti. 7'den 70'e tabu oynayarak eğlenmiştik. Sessiz, mütevazı bir geceyi kabul ettiler, sağ olsunlar:)
Bu sene de Ali'nin annesinin evinde buluştuk. Biraz titrek gittik buluşmaya. Ne yapacaktı Denizhan gece boyunca? En geç 8:30 dedin mi yatağa düşen bizim küçümen bu gecenin temposuna dayanamazsa döneriz dedik.  Şaşırttı bizi. Gece boyunca eğlendi, oynadı, dans etti, gülümsedi. 11:30 gibi pili bitince biz de uzatmadık artık, aldık kolumuzun altına miniğimizi evimize döndük. Yolda sızdı- doğal olarak. Biz de onu yatırıp, kayın validemin her sene adet edindiği üzere bizim yanımıza katıp gönderdiği Nar'ımızı kırdık kapı eşiğinde. O Nar ki bir bereketli çıktı, çözemediğimiz şekilde bütün eve yayıldı damlaları. E ben bunu binbir özenle lavaboda kırmıştım, temizce servis yapıp, yiyip, çöplerini de atıvermiştim titizlikle. Bazen şu Harry Potter'daki ev cinlerinden birinin bizim evde saklandığından şüpheleniyorum. Sonuçta sabah görünce mor lekeleri, yeni yılın ilk sabahında pas pas yaptım. Şimdi umarım bu tüm sene boyunca paspas yapmam gerekmez:)
Esasında bu gece merakla beklediğimiz bir başka husus vardı. "Kara kutunun sırrı ortaya çıkacaktı!"
Duymuşsunuzdur, kimi zamane hekimleri çocuklara 2 yaşına dek TV seyrettirmiyor  ve benim de aklıma yatan gerekçeleri var. En azından bir şey kazandırmayacağına inanıyoruz ki bu konu karı-koca Berlin Duvarı gibi tek gövde durduğumuz nadir hususlardan. (Aslında diğer konular göz önüne alınınca Ali ile benden oluşacak mecazi bir ebeveynlik duvarı olsa olsa denizden çıkan bir süngere benzeyebilir, delik deşik ve olmayacak yerlerde eğilip bükülmüş:) ) Nitekim Denizhan ayaktayken TV açılmaz bizim evde. Ziyarete gittiğimiz yerlerde de rica ediyoruz. Restoran-Cafe'lerde biraz görüd tabi bu güne dek ama hiç yakından ve uzun uzun inceleme fırsatı bulamamıştı. Sanırım NTV'de bir klasik müzik konseri ile başladı akşamımız. Bizimkinin ağzı şaşkınlıktan açılıp, çenesi yerlere düştü. Ardından ekrana gidip Orkestra şefinin kıvırcık saçlarını okşamak istedi. İlk dakikalarda radyasyon cart curt demedim, ellemesine izin verdim ki anlasın ortada 3D bir durum yok, holografik de değil:) Sonra giderek ilgisini kaybetti. Tam da umduğum ve aslında umut ettiğim gibi. Bakalım böyle devam eder inşallah. Böylece gittiği tüm evlerde gördüğü kara kutunun sırrı çözülmüş ve belki de pandora'nın kutusu açılmış oldu sanırım:)
Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...