Cuma, Kasım 04, 2011

Geri döndük (mü?)

Blogger mı bana düşman, bilinçaltımın bir oyunu mu bilmem, buraya yazdığım her yazı uçuyor. Bilmem kaç dakika kurguladığım, klavyeye döktüğüm (!) metinler resimler uçunca, ben de "Eee!" diye delirip bir kaç ay daha uğramayınca Temmuz'dan bu yana yazı yok.
Bakalım bunu yayınlayabilecek miyiz, o da muamma. Yazı bitip "Kaydı Yayınla" tuşuna bastığımda aralancak bu sır perdesi.
Bir çok şey oldu o günden bu güne. Denizhan okula başladı yazdım, 2 gün sonra okulu bıraktık oysa. İlk günler diye beni de sınıfa alıyorlardı ve burada gözlemlediklerimle bu sevdadan o gün için vazgeçtik. (Çok gürültülü bir ortam, sürekli yüksek perdeden konuşan, seslenen öğretmenler, çocuklar anlamaz diye yanlarında makus talihlerine, hastalıklarına dair konuşmalar vs. bana yetti. Denizhan da okul çıkışlarında çok uyarılmış hallerle sürekli ağlayınca 3 günlük maceramız başladı ve bitti.

Sonra Ağustos'da Denizhan'ın 2. doğumgünü kutladık.

Ayça Oğuş, can insan, gerektiğinde bizi o fotograflasın istediğim fotografçımız çekti resimlerimizi, yaptı en kralından albümümüzü:)

O günlerde Face'e şunu yazmışım:
"Terlikler, seneler... Soldaki terlik 7 senedir hayatimda, klasik zevki olan bir erkege ait, eskidiginde de gidip aynisi alinir. Sagdaki terligin sahibi 2 sene once bu saatlerde aramiza katildi, bizi aile yapti;)"
Gerçekten böyle. Doğru insanı bulmak zor tamam. Ama bulduktan sonra aşık olmak kolay. Daha zoru bunu devam ettirebilmek, sevdiğinin gözünün içinde o gülücüğü hep canlı tutmak. Sonra oyunun seviyesi yükseliyor, bu sefer anne-baba rolü de geliyor. Anne-Baba ve aynı zamanda eş olmayı öğrenmek zaman alıyor. Ama hayat bu değil mi, unuttuğumuz her şey yokolmaya mahkum...

Sonra bu yaz Bodrum'da çok güzel 2 tatil yaptık. 1.si Bababa (Babaannesi), 2.si Anane-Dedesi ile beraber.

Denizhan giderek artık pek çok evin çocuğu oldu. Anneannesi, Babaannesiyle, Dedesi, Teyzeannesi, kuzeni, halalarıyla kendi ilişkisi perçinlendi.

Bu arada arkadaşlarımızla (anne dili olarak çoğul konuşmuyorum, ortak arkadaş onlar:)) buluştuk, oynadık, çimlerde yuvarlandık, eğlendik...

Status Update:
Lokasyon: Eylül'de yine-yeni-yeniden okula başladık. Artık kendi dünyası daha zengin. Onca zaman sadece anneye bağımlı bir bebekten, kendi şarkıları, kendi yepyeni oyunları, kelimeleri olan bir çocuk görünce elimde olmadan hayrete kapılıyorum:)
Sevdikleri: "xx'i seviyor musun?" kısmı biraz karşık diye inanmak istiyorum şu aralar. Zira dün itibariyle annesi ve babası dahil kimseyi sevmiyor, sadece ve sadece dedesi ve okuldaki tavşan olan Yonca'yı seviyor:) Tüm sülale ve arkadaşlar 2 kez sayıldı bir yanlışlık olmaması için.
Değişenler:Yemekle aramız "bence" Denizhan'ı yemeğe zorlayan ablamızla yollarımızı ayırdıktan sonra radikal şekilde değişti. 2. tabak fasulyeyi isteyen bir oğlumuz var artık:)

Neyse fazla şansımız zorlamadan bu postu bitireyim, uçar muçar. Uçmazsa da bana motivasyon çıkar:)

Salı, Temmuz 26, 2011

Okul yolu...

Denizhan artık evde çok sıkılıyor. Balkonda 120cm çapında havuzlar, boyalar, kitaplar kesmez oldu onu. E çocuk bu, park ister, bahçe ister tabi. Bizimkisi apartmansal durum.
Kaç zamandır düşünüyoruz. Okula gitmesi için erken mi?
Bir diğer gösterde oyun arkadaşı arayışı.Parklarda abiler, ablaların peşinde, taklit için, örnek almak için ve hatta gidip sarılmak, sevgisini göstermek için. Dokunsal bir tip bizimkisi. Fırsat kolluyor resmen, illa elleyecek, sarılacak, sevecek ve hatta çok yakın biriyse belki şakadan(!) ısıracak:)
Sonunda beklenen gün geldi. Eylül gelmeden, tüm çocuklar ve velileri okula başlamadan, ağlamalı, karmaşık günlerden önce yapalım okul denemesini dedik.
Okul konusu da ayrı bir dünya. İlk seçimimiz olan, Eylül'de başlarız dediğimiz Montessori okulunun alt yaş sınırı 30 aya yükselince Nisan gibi başladık bir kaç arkadaş harala gürele okul aramaya. Bu uzun mevzu, başka zaman yazarım kimbilir.
Evimizin dibindeki yuvaları sev(e)meyince sonunda arabayla 10 dakikalık bir yerde karar kıldık. Bir kaç kez gittiğimde çocuklar hep bahçedeydi, hem de bahçede tavşanlar, ördekler vardı. Psikolog, şeker bir müdire hanımdı.
Karar verdik ve bugün başladık. Okul çantasını hazırladık. Mini mini kırmızı çantasına terliklerini, yedek kıyafetlerini vs. yerleştirdik. Tedirginliğini çabuk etıp oyunlara daldı bizimki. 10-15 dakikada bir beni hatırlatıp "Annim!" diye koştu yanıma, koklaştık, geri gitti oyununa. Bahçede ve sınıfta, benim varlık sebebini cidden bilemediğim onlarca plastik arabanın birinden indi, birine bindi. Son yarım oyun hamuruyla takılıp, "Örtmenim benim yaptığım güzeeeel mi?" oynadılar. Cidden oyun hamurundan ziyade, öğretmene şova dönüştü iş. Bizimki bile yüzünde kocaman bir gülümseme, gözlerinde pırıltılı bir onaylanma isteğiyle öğretmeninin yanına gidip açtı yumuk ellerini, gösterdi kendi medarı iftaharı yamuk yumuk hamurlarını.
Sınıf içi ve öğretmen tavırları hayal ettiğimden biraz uzak, ama yumuşak ve özenliler. Bir kaç gün daha denemeye karar verdik, bakalım. Neler benim varlığım nedeniyle şov, neler gerçek bilemiyorum.
Sonra akşam Ali aylık özel gösterimi için Mamma Mia'yı koydu DVD'ye. Harbiden her ay en az bir kez izler. Ben arada gider takılır, başka işlere kaçarım. Ama Denizhan'dan beri hep aynı parçada yerime mıhlanırım, gözlerim dolar. Slipping Through My Fingers.

Eskiden de başka bir yazıda anlatmışım bu ritüelimizi burada. Ama bu sefer parça aynı olsa da, başka sözler çarptı beni. Bir çocuğu ne kadar hızlı büyüdüğüyle ilgili şeyler çaptı beni. Ben "Artık beraber oynasalar da rahatça bir yemek yesek dışarıda dediğim bir zamanda dediği gibi Biranda'nın "O kadar çabuk gelecek ki bizimle değil, arkadaşlarıyla takılmak isteyecekleri zamanlar. Tadını çıkaralım!"



Her neredeyse minik sıpa, oğlunuz, kızınız, yeğeniniz, torununuz, komşunun görümcesinin damadının kuzeni bile olsa, elinizin altındayken tadını çıkarmanız dileğiyle:)

Not: ABBA'ya bayılıyorum, eskimiyordu müzikleri ve de artık lirikleri de anlamlı ben onların yaşına geldikçe... Sözler aşağıda.

Schoolbag in hand, she leaves home in the early morning
Waving goodbye with an absent-minded smile
I watch her go with a surge of that well-known sadness
And I have to sit down for a while
The feeling that I’m losing her forever
And without really entering her world
I’m glad whenever I can share her laughter
That funny little girl
Slipping through my fingers all the time
I try to capture every minute
The feeling in it
Slipping through my fingers all the time
Do I really see what’s in her mind
Each time I think I’m close to knowing
She keeps on growing
Slipping through my fingers all the time
Sleep in our eyes, her and me at the breakfast table
Barely awake, I let precious time go by
Then when she’s gone there’s that odd melancholy feeling
And a sense of guilt I can’t deny
What happened to the wonderful adventures
The places I had planned for us to go
(slipping through my fingers all the time)
Well, some of that we did but most we didn’t
And why I just don’t know
Slipping through my fingers all the time
I try to capture every minute
The feeling in it
Slipping through my fingers all the time
Do I really see what’s in her mind
Each time I think I’m close to knowing
She keeps on growing
Slipping through my fingers all the time
Sometimes I wish that I could freeze the picture
And save it from the funny tricks of time
Slipping through my fingers...
Slipping through my fingers all the time
Schoolbag in hand she leaves home in the early morning
Waving goodbye with an absent-minded smile...




Cuma, Temmuz 22, 2011

Yettim gari!

Yettim gari! Ege'ce "Geldim gayri!" Ege'den tatilden geldik.
Uzun zaman olmuş. Zaten statükoyla başım dertte, bu "blog açarım, kaparsın" davası tadımı kaçırmıştı. Bir de üstüne yoğunlaşan hayat, işe dönüş koşturmacaları girince blog işi tavsadı. Pek farketmemişim ama burada çoğunlukla(!) bahsi geçen Minik Adam'dan havadislere alışmışsınız. Şimdi ne oldu derseniz, Denizhan'ın yaşı gereği hızlı gelişimini not edememek, hem de "Hayrola, ne oldu?" diye tatlı tatlı soranlar bana yeniden yazma enerjisi verdi:) Uzun zaman derken, bizim öykümüz de uzamış, neredeyse 15 gün sonra Denizhan'ın 2. yaşını kutluyor olacağız. Bu 2 yaş kısmı mühim. Daha önce de burada ve şurada  bahsetmişim, toplumumuzun ebeveyne yönelik değişmez söylemlerinden olan "Hah, şimdi bittin sen!" modu bu 2. yaş için de çok güçlü bir şekilde devam ediyor. Bu seferki dramamızın bilimsel adı Terrible 2. Aslında olay şu ki Denizhan büyüyor ve özgür iradesini keşfediyor. Yani ben diyorum diye bir şeyi yapmak zorunda değil. Bazen sırf limitleri test etmek için, bizim hassas olduğumuzu istemeden de olsa hissettirdiğimiz konuları zorluyor. En iyisi gene Konfüçyus olmak tabi. Cool abi. Ya da 3 maymun olunabilir. Ya zaten tehlikeli durumlar dışında pek kısıt da yok hayatında, ama o bunu şimdilik bilmiyor tabi:) Bunu başka bir zaman yazarım.
Uzun lafın kısası tatildeydik geçen hafta. Bu sefer sadece Ali, Denizhan ve ben. Tamam daha çok yorulduk ama bu da bir başka güzeldi. Başbaşa, birebir. Biraz Bodrum, biraz Foça. Çok çalıştı bizimki tatilde, çok yüzdü, uzun uykular uyudu.
Blogger hala fotograf eklemek konusunda kötü olduğu için mizapaj için idare edin lütfen:)
Sevgiler,

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...