Cumartesi, Ocak 30, 2010

O-TU-RU-YO-RUUUM


Evet artık Denizhan oturuyor. Tamam uzun sürmüyor ama oturuyor işte!!!

Cuma, Ocak 29, 2010

Mutlu çocuk, ama nasıl?

Bugün eğitimci bir arkadaşım bana çok güzel bir şey söyledi, paylaşmak istedim:

-Mutlu çocuk, mutlu anne baba varsa olur. 
-Neden, nasıl?
-Çünkü çocuklar hep geriye bakar. Geriye bakmayı geçmiş anlamında kullanmıyorum, aile sırasında geriye, yani anne babasına bakar.
Eğer anne ve/ya baba mutsuzsa, sorunu kendinde arar.

Yani demek ki ona en doğru yemeği vereceğim, en iyi şekilde davranacağım, elimden gelenin en iyisini yapacağım.
Ama bir şeyleri eksik yaparsam, kendimi üzüp onu da üzmeyeceğim:)

Eğer şanslıysam ve çevremde ona sevgiyle bakacak, oyun oynayacak başkaları varsa, çocuğumu emanet edip kendimi de arada eğlendireceğim. Maniküre, kız arkadaşlarımla buluşmaya, spora gideceğim ve dönüşte ona gülümsemelerin en büyüğünü, annelerin en morallisini getireceğim:)

Not1: Yazımı bitirirken "Haydi Serdar Ortaç'a, eller Havaya" derdim, ama çok muhtemel bu denli cozutursam anneanne ya da babaanne bana muhtıra verebilir...
Not2: Aslında Serdar Ortaç dedim ama kendisini sevmem, sevemene de mani olmam. Bora Öztoprak daha kalemim gibi gözüküyor, ya da Beyoğlu'nda bir rock/jazz bar olabilir. Bu liste uzarrr...
Not3: Denizhan'ın babası acaba bu yazının 2. notundan bize bir pay çıkarır mı?

Perşembe, Ocak 28, 2010

Daha geç konuşanlar...


Aşağıdaki yazıyı Kitubi bulmuş ve sitesinde yayınlamış sağolsun. 
Okuyunca yutkundum. Biz zaten Denizhan bizimleyken TV izlemiyoruz ama, dikkatten kaçmaması gereken bir konu demek ki...

"İngiltere’de yapılan bir araştırmada erkek çocukların dörtte birinden fazlasının, kızlarınsa yedide birinin, etraflarındaki yetişkinlerin konuşmalarını anlamalarını zorlaştıran televizyon sesi yüzünden konuşma güçlüğü çektiği açıklandı."



Neden geç konuşuyorlar

Binlerce çocuğun, televizyon yüzünden konuşmayı geç öğrendiği bildirildi. 



Daily Mail'deki habere göre, yapılan bir araştırmada erkek çocukların dörtte birinden fazlasının, kızların ise yedide birinin, etraflarındaki yetişkinlerin konuşmalarını anlamalarını zorlaştıran televizyon sesi yüzünden konuşma güçlüğü çektiği belirlendi.
Birleşik Krallık hükümetine çocuklarla ilgili danışmanlık yapan Jean Gross'un araştırmasında, çocukların yüzde üçünün önemli konuşma problemleriyle karşılaştığı saptandı.
Araştırmaya göre, televizyon seyretmiyor olsalar bile, arka planda duyulan televizyon sesi yüzünden çocuklarbüyüklerin söyledikleri sözleri anlamak için özel çaba sarf etmek zorunda kalıyor.
Gross, "Beyinlerimiz makinelerden öğrenmeye göre evrimleşmedi. Bebekler bir yüze tepki vermeye ve ebeveynlerinin yüzlerini tanımaya meyilli" dedi.
YouGov tarafından bin ebeveyn arasında yapılan araştırmada, erkek çocukların yüzde 22'sinin, kızlarınsa yüzde 13'ünün konuşmakta ve başkalarını anlamakta güçlük çektiği belirlendi.
Ebeveynlerin dörtte biri de televizyonunun "çoğu zaman" veya "her zaman" açık olduğunu söylediler.
Çocuklar genelde ilk kelimelerini 10-11 aylıkken söylüyor. Ancak 3 yaşındaki çocukların yüzde 4'ünün hala konuşamadıkları belirlendi.


http://www.mansethaber.com/haber/27244-saglik-neden-gec-konusuyorlar.html


Çarşamba, Ocak 27, 2010

Denizhan & Kar

Hem de oğlumuzun ilk kar'ı!!! Bu fotoğrafları 24 Ocak pazar günü çektik. Balkonumuzda :)
Ne zamandır böyle yağmamıştı İstanbul'a, hemen pay çıkarayım kendimize oğlan anası olarak, "Peh peh, Denizhan'ın şansı işte..."
Hikayemiz aşağıda, ilk karşılaşma, uzanma, dokunma, bu da ne? bakışı ve babanın onayına sığınma...


Fotograflar ekranınızda minik çıkıyorsa, lütfen alıcınızın ayarları ile oynamayın, fotografa tıklayın, daha büyük görün:)

Aşağıdaki resimde de bu günden geriye kalanlar... Denizhan'ın el izi, eşimin ayak izi:)


Çok mu abartıyoruz acaba? Denizhan büyüyünce bizimle "Buldumcuk musunuz siz?" diye dalga geçer mi? :D

Salı, Ocak 26, 2010

Cuma, Ocak 22, 2010

Çınar ağacı gölgesi


Ben çok şanslı bir insanım, anneyim. Kabul.
Ama benim de pilim biter elbet.
Bazen tüm bu koşuşturmacanın ortasında yoruluyorum, omuzlarım düşüyor, göz kapaklarım dükkanı kapatmak istiyor. 
Bu zamanlarda hep aynı şeyi hayal ediyorum, oğlumu da alayım, yatağımda yanıma yatırayım, oynaya oynaya içimiz geçsin, beraber uyuyalım. Ama bizimkinin enerjisi ile ne mümkün? Şekil 2- Figür3. 


Gene Nazım'a mikrofonu uzatalım konu hakkında. Hep bize uyan şeyler söylemiş sağolsun müteveffa:


Kafamı çıkarıp dolaba kilitlesem bir haftalığına
Karanlığına boş bir dolabın
Omuzlarıma bir çınar diksem kafamın yerine
Uyusam gölgesinde bir haftalığına



Nazım Hikmet [1959]


E haklıyım ama uyuma isteğimde. Bütün takımı taklavatı toplayıp, oğlumun gerekli herşeyini, kendisini, oto koltuğunu, oyuncağını giysisini almak bir koşuşturmaca, başlı başına bir iş, taşınma. 
Ne için tüm bu göç hayatı, oğlum güneş görsün, soğuk bebeğe iyi gelir diye. Bir kervan gibi tıngır mıngır yola düzülüyoruz. 
Eğer çocuğunu zorlanmadan, doğal olarak gezdirmek istiyorsan, şöyle yeşil alanı olan bir sitede ya da en güzeli de bahçeli evde oturmak lazım, maalesef kaldırımı olmayan memleketimde...
Uf puf...

Perşembe, Ocak 21, 2010

Ey Özgürlük

İtalyanca dinlemiş miydiniz? Çocukluğumda dinlerken ve izlerken hayran kaldığım italyan çocuk korosunda geçtiğimiz yıllarda bir Türk bir çocuğun Livaneli'nin  "Özgürlük" şarkısını söyleyişini izlemiş miydiniz?

http://www.youtube.com/watch?v=8pUktUiepKM&feature=related

Bu şarkı beni hep etkiliyor, içimi titretiyor. Ya sizin?

Perşembe, Ocak 14, 2010

Oyun+Yemek = Yemek Yedirme Sanatı

Yemek yemeyen bir çocuk olarak büyüdüm. Saatlerce yemediğim yemekler  için uğraşan annem ve babam en son pratik bir çözüm bularak günlük vitamin şurubumun üzerine:
"HADİ ÖZGE, YE!" yazarak beni motive etmişlerdi, ya da etmeye çalışmışlardı. Bunu hatırlıyorum, onlar masadan kalktıktan sonra da sofrada ben, pilavım ve şurubun üzerindeki mesaj saatlerce bakışırdık:) Turuncu tupturuncu mika masamız ve benim kadar uzun oturunca insanın poposuna batan turuncu sandalyelerimiz de gözümün önünde, soğudukça sevimsizleşen pilavım da. Mutfağa es kaza gelen olursa başlardım miyavlamaya, "N'oolur, yemeyeyim, gelecek öğün söz yiyeceğim." Gelecek öğünde de aynı teranenin tekrarlandığını belirtmeme herhalde gerek yok:)


Bu konu tekrar aklıma geldi. Çünkü Denizhan çok yakında ek gıdaya başlıyor, önce meyve suları, püresi, sebze püresi, çorbası vs. liste uzuyor. Bunlar da konuşturabileceğim bir yaratıcılığım sanırım yok. Ama bir sonraki aşama olan yemek ve kendin yemek yemesi konularında bir ilham perim var: çok sevgili Ece'min annesi Nazire Teyze.



Benim gibi boğazsız kızlarına yemek yedirebilmek için bir ressam titizliğiyle çalışarak kızlarına hazırladığı tabakları anlatmıştı Ece bana. Biraz oyun gerek demek ki bize. Çok çalışmam lazım çok. 
Not: Eşim oğlumuza baktıkça, bana dönüp "Çok muzip olacak, bu çok.Belli ki işimiz var." diyor. Bana mı benzetiyor ne? Yok canım şüpheci olmaya gerek yok, öylesine ortaya söylenmiş bir laf işte...









Çarşamba, Ocak 13, 2010

İsim edinmeye hak kazanan bebek...

Eski Türklerde, bazı boylarda , bir çocuğa isim vermek için onun dikkate değer bir şey yapmasını, bir yetenek göstermesini beklerlermiş. Mesela Dede Korkut öykülerinden de bildiğiniz Boğaç Han gibi.
Dirse Han'ın oğlancığı herkesin çok korktuğu, zincirlere bağlanarak ancak zaptedilen, taşa boynuz vursa un gibi öğüttüğü rivayet edilen bir boğa yanlışlıkla serbest bırakılınca karşı karşıya kalırlar. Oğlancık boğanın alnına yumruk atar ve ardından da bıçağı ile hayvanı öldürür. Bunun üzerine Oğuz Beyleri tarafından çağrılan Dede Korkut sahneye çıkar ve oğlanın adını Boğaç Han koyar.


Maalesef Dede Korkut aramızda olmadığına göre iş başa düşüyor. Şimdi diyeceğim o ki, Denizhan artık isim alacak bir varlık gösterdi. Sözkonusu alanda gösterdiği performans ve süreklilik ile bu isme layık olduğunu kanıtladı.
Ne var ki bu isim biraz da Kızılderili isimlerini andırıyor:
"Tek Patik Denizhan"
Titreşem Yumurcak'da da anlattığım üzere, bizim delifişek bir saniye yerinde durmuyor, özellikle de bacakları. Sürekli salladığı ve ileri geri sürttüğü ayaklarında patik tutmak mümkün değil. Öyle ki giydirdiğimiz her patik, ne kadar özenle bağlanırsa bağlansın 5 saniye ila 25dakika arasında ortadan kayboluyor. Sonra aramaya başlıyoruz, bakıyoruz ki yerde, komodinde, ayıcığın poposunda vs.
Lafı uzatmadan, karşınızda  "Tek Patik Denizhan"...

Not:Denizhan'ın da ismini oğullarından en küçüğünden aldığı Oğuz Han'ın öyküsünü bir gün burada paylaşmak için de yazı hazırlıyorum. :)

Salı, Ocak 12, 2010

Çocuk yapmadan önce şunları prova edin-2

Bu yazıda bahsi geçen kayıp yazıyı sonra bulup tekrar yayınlıyor Serdar Turgut.  İlk yazının metni burada.


Çocuk yapmadan önce şunları prova edin-2


Aynı başlıklı yazının ilkini bundan çok uzun yıllar önce yazmıştım. O yazı hızla klasikler arasına yerleşti ve bugün hâlâ daha hatırlanır.Okuyucular o yazıyı aradıklarını ve bulamadıklarını söylüyorlar. Ben de aradım, ben de bulamadım. Hürriyet’in arşivinde bulabilseydim istek olduğundan tekrar yayınlayacaktım.Yazı kendi kendisini yok edemeyeceğine göre kesinlikle Ertuğrul Özkök’ün talimatı üzerine Fatih Çekirge attırmıştır Hürriyet’in arşivinden diye düşünüyorum.Neyse ne; o yazıyı aramayı sürdürme yerine devamını yazayım bari dedim. Hem ilk yazıyı yazdığımda babalık konusunda hiç tecrübem yoktu. Şimdi ise kıdemli sayılırım, deneyimim fazla. Bu yüzden yeni tavsiyelerimi herkesle paylaşmamın zamanı geldi diye düşündüm.İşte anne ve baba adaylarına bebek yapmadan önce mutlaka prova etmeleri gereken konular. Bunlarda sadece bebekler ile ilgili değil, büyümeye başlamış çocuklar ile ilgili deneyimler de vardır:

1- Çocuğunuzun hangi yaşında hangi değişimlerin beklenmesi gerektiği konusunda yazılmış kitaplardan mutlaka alacaksınız. Önceden bilin ki; o kitaplarda yazılı olanlardan çok daha farklı şeyler mutlaka olacaktır. Olması normal diye yazılan gelişmeler ise illa da gecikecektir veya size öyle gelecektir. Örneğin; ben yürümesi veya konuşması gecikti diye düşünmeyen hiçbir anne-baba tanımadım. Bu insanlara verilen cevap da standarttır: Bebeğe göre değişir bunlar. Bazıları geç yürür-konuşur. Bu kitapları çocuğunuz doğmadan önce dikkatle okuyun ve çıkabilecek her sorun hakkında önceden panik yapın, daha sonra rahat edersiniz. 

2- Çocuğunuz büyümeye başlamadan önce bir köpek alın. Ama köpeğin tamamen sağır olmasına da özellikle dikkat edin. Sağır bir köpeğin siz ona ne kadar seslenirseniz seslenin dediğinizi yapması mümkün olmadığına göre bu prova, ileride çocuğunuza belki de günde milyon kez ‘Haydi çabuk’ diye seslenip cevap alamamanıza alışmanız için yardımcı olacaktır. 
3- İleride çocuğunuzun odası olarak kulanılacak odaya kirli çamaşır torbasını rastgele dökün. Odanın her yeri kirli çamaşırlarla dolu olsun. Bu prova sizi hem ilerideki odanın doğal görüntüsüne alıştıracak hem de o odaya özgü kokuya da duyarsızlaşacaksınız. 
4- Eviniz henüz sakinken, oturmuş belki de bir filmi son kez başından sonuna kadar kesintisiz seyrediyorken, haftada birkaç kez eşinizle birlikte hızlı biçimde evden çıkıp en yakın hastanenin acil servisine gitme tatbikatı yapın. Nasılsa çocuk doğduktan sonra bu en azından beş-altı kez olacağından önceden prova yapmanın da yararı büyük tabii ki... 
5- Şimdi anlatacağım sadece bir prova değil, aynı zamanda pratik anlamı büyük olan bir konu. Doğum yaklaşınca seçtiğiniz çocuk doktorunuza gidin. Giderken de bankadaki hesabınızda bulunan tüm paranızı yanınızda götürün. Doktorun odasına girince yanınızdaki paraları masasına yayın ve ‘İçinden ne geliyorsa onu al, hepsi senin olacak nasıl olsa’ deyin. Böylece ileride doktora vereceğiniz paraların sizi üzmesine alışacaksınız. 
6- İşe gitmiyor olsanız bile sabah vakti bulabileceğiniz en pahalı en şık kıyafeti giyin, kahvaltı masasına öyle oturun. Kahvaltı tam bitmek üzereyken reçel şişesini alın, gömleğinizin ve kravatınızın üstüne boca edin. En pahalı kıyafetinizin gözünüzün önünde tahrip olmasından dolayı neler hissettiğinizi kafanızda not edin. Sonra da kirli kıyafetleri değiştirip evden çıkmanızın ne kadar ilave vakit aldığını ne kadar geciktiğinizi bilmek için eşinize kronometre tutturun. 
7- Çok gecikmeden ergenliğin anne ve babaların çocuklar tarafından büyütülmeye başladığı yıllar olduğu gerçeğine kendinizi alıştırın. 
8- Çocuğumun konuşması gecikti diye hiç boşuna üzülmeyin. Bir gün nasıl olsa konuşacaktır. O zaman da konuştuğuna pişman olacaksınız, bunu unutmayın. Ergenlik döneminin avantajlı yönü de var. Ergenlik, çocukların anne ve babalarına hiç durmadan soru sormalarının durduğu dönemdir. Çünkü ergen çocuklar bu dünyada var olabilecek tüm soruların cevaplarını anne ve babalarından çok daha iyi bildiklerini düşündüklerinden bir ihtimal o dönemde biraz susabilirler. 
9- Bu madde sadece baba adayları için. Bu provayı çocuk doğduktan sonra da yapabilirsiniz. Arada bir sadece kadınların birlikte olduğu ortamlara girin. Sizin katiyen ilgilenmediğiniz, üzerinde hiçbir zaman düşünmediğiniz ve katiyen de düşünmeyeceğiniz konular üzerine sohbetleri çok ilgiliymiş gibi suratlar yaparak dinleyin. Bunu hiç yapmasanız iyi olur ama arada bir sohbetlere aktif biçimde katılma denemelerinde bulunun. Kadınların sohbete katılma çabalarınızı bakışlarıyla aşağılamalarına alışın. 
10- Çocuk olmadan önce hayatınızı tehdit etseler bile katiyen gitmeyeceğiniz, salonun bulunduğu sokağın yanından bile geçmeyeceğiniz film ve tiyatro oyunlarına gidin. Hepsinin sonuna kadar sabırla oturma ve seyrettiğinizden büyük zevk alıyormuş gibi davranma provası yapın. Hatta oyunun sonunda ayağa kalkarak alkışlayabilirsiniz de. Örneğin; ben bunu ‘Bız Bız Arı Bazi’ oyununun sonunda aynen yaptım. Çok da ilgiyle karşılandım. 
11- Sıhhatinize çok dikkat edin. Unutmayın ki; çocuğunuzun büyürken size çektirdiklerinin öcünü almak ve aynen ona da çektirebilmek için yaşlanmak zorundasınız. İleriki yaşta çocuğunuz mutlaka size bakmak zorunda kalmalı. Adalet ancak böyle sağlanabilir bu dünyada. Hayatta kalmak en büyük provanız olmalı.

Pazartesi, Ocak 11, 2010

Yine Yeni Yeniden_ Bebek sahibi olmayı düşünenlerin dikkatine 1


Bu bir klasik. Özellikle ilk okumanızsa sandalyenizden düşmeden yazıyı bitirmenizi imkan dahilinde görmüyorum.

Not: Çok beğendiğim metinleri direkt alıntı olarak yayınlıyorum. Söz yarın veya öbür gün bizden, özgün bir yazı olacak burada :)

Serdar Turgut'tan...


Çocuklu Yaşam -1-
Bu yazı ilk kez 27 Ekim 1996 Pazar günü Hürriyet gazetesinde yayınlanmıştı. Yıllardır kayıptı. İlk kez veya yeniden okumak isteyenlerin sayısı da hayli fazlaydı. Onca zamandır bu yazıyı kesip saklamış olan ve bana yollamak nezaketini gösteren Yıldırmak Ailesi’ne teşekkür borçluyum.Piyasada birçok ‘bebeğe hazırlık’ el kitabı var.Bu kitaplarda aklı başında olduğu varsayılan bazı erkek ve kadınlara, ki onların evli oldukları da farzediliyor, nasıl iyi birer anne ve baba olabilecekleri anlatılıyorAklı başında olan insanların çocuk yapmasının mantıksızlığı nedense tartışılmıyor ama tabii bu tamamen başka bir yazı konusu.

ATIN O KİTAPLARI ATIN:
Hiçbirisi işe yaramaz çünkü gerçekçi değiller.Bugün ise ben gerçek bir ‘Bebeğe hazırlık’ kılavuzu veriyorum.Çocuk doğmadan önce bu dediklerimi uygulayarak antrenman yaparsanız çocuk geldikten sonra şoka girip tuhaflaşmazsınız.İşte çocuklu yaşama hazırlanmanın en iyi adımları:

1- Süpermarkete gidin. Size mutluluk verecek hiçbir şey satın almadan doğrudan kasaya yönelin ve cebinizdeki bütün parayı kasiyere verin. Daha sonra ise yandaki eczaneye yönelin ve kredi kartınızı kullanarak bir insana olabilecek her hastalık için ilaçlar alın.

2- Akşam saat 17.00 ila 22.00 arası elinizde ortalama 4 kilo olan bir ağırlıkla dolanıp durun. Saat 22.00 civarında ağırlığı beşiğe koyun. Bu sefer de saat 24.00’e kadar endişelerle dolu olarak eve yürüyün. Arada bir saatinizi kontrol edip sabaha daha ne kadar kaldığını kontrol edin. Gece yarısından sonra asıl maraton başlayacak. Bunu düşünün ve daha da endişelenin. Gece yarısından sonra sabah 02.45’e kadar ağırlıkla dolaşın ve 15 dakikada bir ağırlığı yatağa bırakıp beş dakika sonra da tekrar kucağınıza alın. 02.45’te ağırlığı yatağa koyduktan sonra saati 03.00’e kurup uyuyun. Saat çalar çalmaz fırlayıp ağırlığı tekrar elinize alın. 15 dakikalık huzursuz uykunun keyfini yaşayın. Saat 03.00’ten sonra evde dolaşırken yüksek sesle şarkı söylerseniz ve kendi kendinizle konuşursanız daha iyi olur. 04.30 civarı saati 05.00’e kurarak yarım saat daha uyuyun. Böylece toplam uyku saatinizi 45 dakikaya yükseltmiş olursunuz. Uyanınca kahvaltıyı hazırlayın ve güleryüzlü olun. Bu gece egzersizlerini beş yıl boyunca aksatmadan tekrar etmeyi unutmayın. 
3- Eve bir ahtapot getirin. Ve beş yıl boyunca her sabah onu giydirmeye çalışın. Ayrıca ahtapotu bir torbaya hiçbir kolu dışarıda kalmayacak şekilde sokmaya ve onu çuvalın içinde sakin tutmaya çalışın. (Bu prova sonunda sevimli miniğinizi her sabah minimum hasarla giydirmesini öğreneceksiniz.)

4- Bir kavun satın alın. Üstüne küçük bir delik açın. Sonra kavunu tavandan sarkıttığınız iple asın. Ve sallayın. Kavun sağdan sola durmadan sallanırken bir kaşık sıcak suyu kavunun üstüne açtığınız deliğe dökmeye çalışın. (Bunu başardığınızda da o mini minnacık sevimli mi sevimli yavrunuza en az hasarla yemek yedirmeyi de öğrenmiş olacaksınız.) 
5- Ağzınızdan çıkan her cümleyi en azından beş kez tekrarlayarak konuşmaya önem verin. Bu tarz konuşmayı bir hayat tarzı olarak kabul edin. 
6- Dışarıya çıkmak için hazırlanın. Evin tuvaletinin kilitli kapısı önünde en azından yarım saat bekleyin. Sonra aniden bıkıp evin kapısından çıkın. Sokakta beş dakika bekleyin. Sonra eve geri dönün, tekrar dışarıya çıkın. Yolda yürümeye başlayın. Çok ama çok yavaş yürüyün. Yürürken de yerde gördüğünüz her sigara izmaritini, cikleti, kirli kağıt mendili ve ölü karıncayı dikkatle uzun uzun seyredin. Aniden ‘Yeter artık çektiğim senden’ diye avazınız çıktığı kadar bağırın, eve geri dönün.(Bu provayı yaptığınızda da küçük sevimli ile yürüyüşe çıkmaya hazır hale geleceksiniz.) 
7- Süpermarkete giderken yanınızda azgın bir keçi götürün. İçeriye girer girmez keçiyi serbest bırakın. Daha sonra da keçinin içeride kırdığı, tahrip ettiği her şeyin parasını sorgusuz sualsiz ödeyin. (Bu da çocukla alışveriş provasıdır.) 
8- Evdeki koltuklara tereyağı sürün. Perdelere de reçel bulaştırın. Mutfakta pişirilmek için bekleyen balığı çalın ve misafir odasında bir yere saklayın. Balığın odada beş ay kimse tarafından bulunmadan kalmasını sağlayın. Evde yeni sulanmış çiçek saksısına elinizi daldırın ve aldığınız çamurla evin duvarlarına resimler çizin... (Şu anda ev de provalı artık çocuğun gelmesine...)

Cumartesi, Ocak 09, 2010

Bebek ağladığı kadar bebektir...


Başlıktaki mısra aslında Can Yücel'in bir şiirinden... İçindeki pek çok satır çok gerçek, çok spiritüel, çok quantumvari, çok ne derseniz o.

Aslında WYSIWYG diye bir bilgisayar terimi var, ingilizcesi "What You See Is, What You Get", türkçe meali, pc ortamında yazdığın ne ise, kağıda aldığın çıktı da odur yani ne görüyorsan, "o"dur. 
Komik ama WYSIWYG aslında çok büyük ve önemli bir farkındalık cümlesi değil mi? Neyse lafı uzatmama gerek yok, şair anlatmış en güzelinden...

Her Şey Sende Gizli...

Yerin seni çektiği kadar ağırsın
Kanatların çırpındığı kadar hafif…
Kalbinin attığı kadar canlısın
Gözlerin uzağı gördüğü kadar genç...


Sevdiklerin kadar iyisin
Nefret ettiklerin kadar kötü..
Ne renk olursa olsun kaşın gözün
Karşındakinin gördüğüdür rengin…


Yaşadıklarını kar sayma:
Yaşadığın kadar yakınsın sonuna
Ne kadar yaşarsan yaşa
Sevdiğin kadardır ömrün…


Gülebildiğin kadar mutlusun
Üzülme bil ki ağladığın kadar güleceksin
Sakın bitti sanma her şeyi
Sevdiğin kadar sevileceksin


Güneşin doğuşundadır
Doğanın sana verdiği değer
Ve karşındakine değer verdiğin kadar insansın
Bir gün yalan söyleyeceksen eğer
Bırak karşındaki sana güvendiği kadar inansın


Ay ışığındadır sevgiliye duyulan hasret
Ve sevgiliye hasret kaldığın kadar ona yakınsın
Unutma yağmurun yağdığı kadar ıslaksın
Güneşin seni ısıttığı kadar sıcak


Kendini yalnız hissettiğin kadar yalnızsın
Ve güçlü hissettiğin kadar güçlü
Kendini güzel hissettiğin kadar güzelsin


İşte budur hayat !
İşte budur yaşamak !


Bunu hatırladığın kadar yaşarsın
Bunu unuttuğunda
Aldığın her nefes kadar üşürsün
Ve karşındakini unuttuğun kadar çabuk unutulursun….


Çiçek sulandığı kadar güzeldir
Kuşlar ötebildiği kadar sevimli
Bebek ağladığı kadar bebektir
Ve her şeyi öğrendiğin kadar bilirsin


Bunu da öğren;
Sevdiğin kadar sevilirsin….

Can Yücel


Not:Eklemek için Denizhan'ın ağlayan fotografını aradım ama çok az. Sanırım o ağlayınca kimse elinde kamerayı daha fazla tutamıyor, koşmayaaa başlıyor...

Cuma, Ocak 08, 2010

Ay dönümü

Bugün Denizhan 5 ay 3 günlük oldu. 5 ay nasıl süratle geçti, inanılmaz...
Bazen o uyurken, uyansın da gözlerine bakayım bir an önce istiyorum. Bazen artık uyusa da, ben de dinlensem diyorum:) Ama ona sarılırken, 5 ayın ne kadar çabuk geçtiğini düşünürken, zamanın bu denli hızlı akmasına şaşırıyorum. Bir de bu güzel tende bir gün sakallar mı çıkacak????

Özetle Annelik Ana Bilim Dalı'ndaki Lisans çalışmalarımda sertifika almaya hak kazanayacağımı, plaket verilmeyeceğini bilsem de dirsek çürütüyorum. :)

Dünya & Timsah

Annem beni büyütürken, benim kendi oğlumu büyütürken sahip olduğum lükslerden uzakmış. Mesela ben bir işim olduğumda anneannesini, babaannesini veya dedesini rahatlıkla çağırabiliyorum. Zaten evde yardımcı ablamız da var. Annem ise iş için geldiği bozkır Ankara'da yapayalnızmış desem yeri, çünkü babam da iş için sık sık Doğu Anadolu'ya gidermiş.
Buna rağmen elinden gelenin en iyisini yapmış, kendini zorlamış. Yaşım ilerledikçe onu daha iyi anladığımı daha önce bu yazımda anlatmıştım.
Benim önümde pek çok ufuk açmaya çalışmış. Yetenekli olduğum alanı bulmam için bale, yüzme, basketbol gibi pek çok kursa götürmüştü. Ben ise binicilikte karar kıldım ama o da başka sebeplerden mümkün olmadı.

Neyse aslında bu komik bir yazı olacaktı, geliyor komik kısım, kopmayın...

Gene günlerden bir gün benim idealist annem bana dünya, güneş ve ayın kendi ve birbirleri etrafında dönüşünü anlatmaya niyetleniyor. Ama ben henüz 3.5 yaşındayım!!!

Bunun için bir portakal ve bir mandalina alıyor. Başlıyor anlatmaya:

Annem:Bak kızım, bu güneş (portakalı göstererek), bak bu da dünya (mandalinayı gösteriyor)
Başlıyor portakalla mandalinayı çevirmeye .
Bunlar hem kendi etraflarında dönüyorlar, hem de dünya güneşin etrafında dönüyor. Dünya'nın güneşi göre yüzünde gün, görmeyen yüzünde gece oluyor. Tamam mı kızım?


Parmağıyla mandalina/dünya üzerinde bir noktayı gösteren Özge'den cevap geliyor:

Özge:  "Anne bak, buradan bir timsak bakıyor... "


Yıllar sonra annemden o hikayeyi yeniden dinlerken, ben neden anlamamışım dedim önce, sonra farkettim ki anlamışım, hatta metafor olduğunu bile kavrayıp bir timsak yerleştirmişim mandalina dünyanın yüzeyine.

Belki de, annecim çok uğraşsa da, galiba biraz da sıkılmışım ve öyküsüne biraz renk ve aksiyon katmak istemişim:)                                                                                                                                                        Bakalım bizim Denizhan'la maceramızda neler olacak? Bunca oyuncak bolluğunda çocuğumun ruhunu sıkmaktan da korkuyorum, onun keyif alacağı bir oyuncaktan onu uzak bırakmaktan da... Uf...

Perşembe, Ocak 07, 2010

Gülümseten 2 söz...

Ayça ve Şirin'den duydum, bunlara çok güldüm...




  • Tanrı en çok plan yapan insanlara gülermiş...
  • Her kadın hayatının bir bölümünü budist olarak yaşamıştır, çünkü mutlaka bir öküze tapmışlığı vardır.




Çarşamba, Ocak 06, 2010

Yeni Yıl kutlaması 1

Bu sene önce 14 kişi (bebek Denizhan dahil) veya birbiriyle ilintili 7 hane halkı yılbaşından önce biraraya geldik ve uzuuun beyaz bir masada uzuuun bir kahvaltı yaptık.

Artık ailemizin resmi fotoğrafçısı olan Sevgili Ayça o sabah aniden bir doğal doğumun başlaması üzerine gelemeyince hocası Yıldırım Bey'i gönderdi. İyi ki geldiler ve çektiler. Yoksa bize kalınca eksik, yarım fotoğraflarla avunuyorduk her  seferinde.

O günden notlar:
  • Ailede ne mutlu ki daha büyüklerimiz var. Ama sağlık ama fiziki koşullar nedeniyle bizlerle olamadılar. (3. katta asansörsüz bir apartmanda oturuşumuz fiziki bir koşul mudur?) Yeni yılda telafi edilecek.
  • Hem ev sahibi, hem bebek sahibi olunca, ya anne, ya baba, ya da ikisi birden kahvaltı edemezler. Etseler de ardışık 2 dilim yenmesi kabil değildir. Bunun kilomuza olumlu katkısı düşünülüp, şükredilecek.
  • Bir dahaki sefere etrafta şaşkınca dolaşan yeni anneye git de saçını başını düzelt, öyle fotograf çektir denilecek:) Arada içeri odadaki süt seanslarından yan fermuarlar, bel kuşakları da açık unutulup gelinmişliği de vardır. Salona girilmeden boy aynasına bakılacak.
  • Fotoğraftan saydım; şu an itibariyle , fenerliler, gassaraylılara sayıca üstün durumdalar. O nedenle 5 aylık bebeğimin üzerinde büyük bahisler dönüyor:) Gözler dahili ve harici müdahalelere karşı 4 açılacak.
Not: Denizhan'ın noel baba takkesi ve çamağacı Ayça'nın photoshop marifeti tabi:)

Atatürk'e söyleyecek sözü olanlar...


Hep merak edilen Anıtkabir Defteri halka açılmış, hem de sanal ortamda. 


Hatırlıyorum da devlet törenlerinden sonra gazeteler deftere yazan devlet büyüğünün ardından silik fotograflar alıp metni çözüp yayınlarlardı: "Falanca Ata'ya şöyle seslendi." diye. Bilmiyorum ki Ata'ma söyleyecek lafım kaldı mı? Olan biteni, karşımdaki toz bulutunu ve ne çevirdiklerini bile anlayamıyorum. Hiç bu kadar karmaşık olmuş muydu T.C.'de olup bitenler? Tam "çamur at, izi kalsın devri".


Merak edenler için: 
ANITKABİR ÖZEL DEFTERİ:
Anıtkabir özel defteri, elektronik ortamda tüm vatandaslara açılmıstır.
Baglantı  asagıda, kayıt yaptırıp deftere yazı da yazabiliyorsunuz.
Ayrıca ANITKABIR 'i üç boyutlu olarak gezebilirsiniz...

Salı, Ocak 05, 2010

Hayatı ciddiye alMAMAK!!!

Hayatı ciddiye almak,bir olgu değildir.Tepeden tırnağa oyun bozanlıktır.Hayat müthiş bir oyunculukla yaşamaktır.
Hayatı ciddiye aldığımız an engellenmiş oluruz,tüm akış durur,enerjiyle bağlantımız kesilir.



Özlem ablamın facebook statüsünden görüp Buradan  alıntı yaptım. Ah bir becerebilsem "hayatı ciddiye almamayı", ama tam anlamıyla.


Gene de doğru yolda gidiyorum galiba. Hayatı en ciddiye aldığım yıllar lise, üniversite ve iş hayatımın ilk yılları. Omuzlarımda bir sorumluluk, dünyayı ben değiştireceğim sanki. Megalomaniden ziyade, dünyayı kurtarma, çevremdekilere yardım edebilme güdüsüydü halim. 


Şimdi mi? Bilmem ki var mı bir kum tanesinden farkım? Ego var tabi, olma mı? Ama daha az kesici dişleri artık sanki, kırmızı rengi biraz eskimiş, biraz solmuş hani...


Öte yandan sevdiklerimi artık daha ön sıralara koymaya başladım yaş aldıkça. Anne olduktan sonra hep çok önemsediğim kariyerim arık bir hedef değil, vasıta oldu gözümde. Varsa eğer bir yeteneğim bütüne kendimden ödün vermeden katkıda bulunabileceğim, aileme vakit ayırabileceğim, maddi manevi geri dönüşü keçi boynuzundan hallice bir işim olmasına karar verdim. 
Karar vermek yeter mi? Gurulara göre yeter! Bizim hikayemizde yeter mi, zamanla göreceğiz...


Bu sahneye tanık olup da başka türlü hissetmek mümkün mü? Bilemem ki?





Pazartesi, Ocak 04, 2010

Fotoroman kahramanı Dnzhn...

Anneanne & dedesinin arkadaşı Fatih Amca'mız Denizhan için bir fotoroman hazırlamış. Tamamı çok yüklü olduğu için yüklemek mümkün olmasa da bazı kareler aşağıda...


















Teşekkürler Fatih Amca, nam-ı diğer Fontis...

Pazar, Ocak 03, 2010

Andy Warhol beni tanımadan gitti demeyin...


Andy Warhol beni tanımadan gitti demeyin...Bu artık sadece Andy'nin kaybı!!!
Zira www.photofunia.com diye bir site var. Bu sitedeki şablonlardan birini seçip fotografınızı yerleştirebiliyorsunuz. Ben de bu tür sitelerin varlığını bilsem de peşine düşmemiştim. Sevgili Nurhan'ın oğluyla olan süper fotografı sayesinde ben de gittim siteye, faydalandım.

İlk önce yeğenimin resmini Andy Warhol'a yorumlattım. İsterseniz Süpermen, Mona Lisa, Reklam Panoları, Bina üstü resimleri, sararmış albüm vs. de seçebilirsiniz.


Hoşluk işte...

Cumartesi, Ocak 02, 2010

Kızımız oldu...

Yok yok, heyecana gerek yok. Aman diyeyim, hatta amanın diyeyim şimdilik.

Başlıktaki olay 31 yıl, hatta annemin hassas ölçümüne koyarsak 31,75 yıl önce gerçekleşen bir hadise.

Bu akşam eşim bana tatlı bir sürpriz yapmış. 1978'de anne ve babamın benim doğumumu dostlarına müjdeleyen minik gazete ilanını Millyet web arşivden bulmuş ve bana göndermiş.




Yazı yazmak, yayınlamak

Şimdiki yazımda zaman zaman bana telefonla ulaşarak veya mail atarak, "Neden yeni yazı eklemiyorsun?" diye sitem edenlere sesleniyorum:
E bu kadar çok kişi okuyorsa, nerede bunların yorumları? Neden izleyici listesinde değilsiniz?

E 21.yy'da yaşıyoruz, sağır sultan bile "motivasyon" kelimesini duydu. Paylaşınca güzel bu mecra.  İnteraktif oldukça artıyor keyfi.

Haydi pamuk eller mouse ve klavyeye...

Cuma, Ocak 01, 2010

Titreşen yumurcak

Bizim Denizhan'dan, yorulmaktan, huysuzluğundan falan şikayetlenme hakkımız yok. Kime dert yansak, "Öyle demeyin, çok uslu çocuk!" diyor. Evet sizin yanınızda öyleee.
Ekteki fotograf sizin uslu çocuğun, istediğinde nasıl da yüksek devirde titreştiğine sadece bir örnek... Başka da bir şey demiyoruz:)

Hayattan Ne Öğrendim?



Sonsuz bir karanligin icinden dogdum. Isigi gordum, korktum. Agladim.
Zamanla isikta yasamayi ogrendim.
Karanligi gordum, korktum.
Gun geldi sonsuz karanliga ugurladim sevdiklerimi…
Agladim.



The Happiest People in the World - Oprah, Danimarka, Rio, İstanbul, Tokyo

Happiest People in the World
Dünyanın en Mutlu İnsanları

Geçen hafta Oprah'ın şovunun başına denk geldim. Hayatımda toplam 3 kere falan izlemişliğim vardır, ama sanırım ABD'nin daha yüksek hedeflere ve kaliteli içeriğe sahip Seda Sayan'ı diyebiliriz.
Fragmanda İstanbul'a da gidiyoruz deyince zaplamayıp kaldım. Bölümün adı "Dünyanın En Mutlu İnsanları". Dünya çapında  son 30 yıldır yapılan bir araştırmada dünyanın en mutlu insanlarının Danimarkalılar olduğu ortaya çıkmış.


Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...