Pazartesi, Aralık 28, 2009

Bizzat en küçüğümüzden İYİ YILLAR!

Bu sene için esas yeni yıl kutlamamızı buradan okuyabilirsiniz.

Gene de Noel Baba'nın en küçük geyiği sizleri ayrıca selamlamak ve mutluluklar dilemek istedi :)

Oğlumuza deniz olmayı, hayalperest olmayı, tutkularının peşinden gitmeyi, ve bunları gerçekleştirecek azmi & iradeyi, dostlarıyla ağız dolusu kahkahalar atmayı, beyaz örtülü uzun aile yemeklerinden keyif almayı, her şeyden önemlisi ADAMAKILLI YAŞAMAK'ı öğretecek yıllar onu bekliyor...

Bulut mu olsam...

Biz 2009'da Denizhan'a kavuştuk, deniz olduk. 
Yeni yılda okyanus olmanız dileğiyle...
Sevgiyle 2010,
Not: "Ne alakası var Özge?" diyorsanız Nazım anlatmış, Monet çizmiş en güzeliyle...

Noel Baba'nın işe aldığı genç nesil geyikler...





Süt Cafe 1_Sonu tatlı biten öyküler...

Süt Cafe bildiğiniz tarzda fiziksel bir mekan değil. Bizim uydurduğumuz bir isim. "Memeye gitmek"ten daha eğlenceli bize göre. Mesela oğlumun süt saati gelince, süt cafe'ye gidiyor. Süt Cafe'nin sahibi olan annesi 1 dakika önceden hazırlanmaya başlıyor, 2 pınarı da ıslak kokusuz mendille siliyor ki, küçük aslan temiz bir tabakta yemek yesin:) gibi kelime oyunları oynuyoruz...

Gelelim süt cafelerde neler olduğuna?

Pazar, Aralık 27, 2009

Denizhan'ı beklerken 2

Hiç yayınlamamışız. Doğumu ve ardından yaşananlar...













Pazar, Aralık 20, 2009

Baba'nın Doğumgünü



Daha uzun yıllar var önünde oğlum...

4.5 ay önceki doğumundan bu yana ilk defa üçümüz de objektife bakıyoruz ve fotograf da net çıkmış. Bu bir mucize :P.

Tepelere çıkmaya başladın. Yakında güreş ve binicilik sporları da başlayacak gibi görünüyor.

Türkler & Çam Süsleme Geleneği


Muazzez İlmiye Çığ önemli bir isim. Aşağıdaki metin okuyacak kafalara yeni soru işaretleri bırakacaktır. Ama ki, okuyana tabi?


Maalesef Türkiye bir yandan batı, bir yandan da arap emperyalizminin etkisi altında. Özenti ama içeriğinden habersiz kuşaklar yetişiyor, daha da kötüsü bu kafalar Türkiye'yi yönetiyor.
Gönül ister ki önce kendimizin farkına varalım, sonra batının ve doğunun sağlıklı değerlerini içimize alıp özümseyelim. 
Eski İstanbul'un gerçek sakinleri gibi  Musevi'nin Hamursuz'unu, Hristiyan'ın Paskalya'sını, Müslüman'ın Şeker Bayramı'nı komşularımızla beraber kutlayalım, karşımızdakine çoşkusunu yaşama özgürlüğü verelim. Bir yandan biz de özümüzü unutmayalım, başkasına da unutturmaya çalışmayalım. Ha tabi,  hala Türkiye'de yaşayan böyle bir komşunuz kaldıysa...
*******
Sümerolog Muazzez İlmiye Çığ, çam süsleme geleneğinin İsa’nu doğuşu ile ilgisi bulunmadığını belirterek "Türklerden yayıldı" dedi.
İSTANBUL- Sümerolog Muazzez İlmiye Çığ, çam süsleme geleneğinin İsa"nu doğuşu ile ilgisi bulunmadığını belirterek “Hıristiyanların İsa'nın doğuşu olarak kutladığı Noel bayramı, çok eski Türklerin yeniden doğuş bayramıdır. Süslenen sadece Orta Asya"da yetişen Akçam, yani hayat ağacını motif olarak Türklerin bütün halı, kilim ve işlemelerimizde görebiliriz” dedi.
Sümerolog Muazzez İlmiye Çığ, ağaç süsleme ilgili olarak şunları açıkladı:





ÇAM SÜSLEME GELENEĞİ
Hıristiyanların İsa’nın Doğuşu olarak kutladığı Noel bayramı, çok eski Türklerin yeniden doğuş bayramıdır.
Türklerin, tek Tanrılı dinlere girmesinden önceki inançlarına göre, yeryüzünün tam ortasında bir Akçam ağacı bulunuyor.
Buna hayat ağacı diyorlar. Bu ağacı, motif olarak bizim bütün halı, kilim ve işlemelerimizde görebiliriz.
Türklerde Güneş çok önemli. İnançlarına göre gecelerin kısalıp gündüzlerin uzamaya başladığı 22 Aralık’ta gece gündüzle savaşıyor.
Uzun bir savaştan sonra gün geceyi yenerek zafer kazanıyor.
Işte bu güneşin zaferini, Yeniden Doğuşu, Türkler büyük şenliklerle Akçam ağacı altında kutluyorlar.
Güneşin Yeniden Doğuşu, bir yeni doğum olarak algılanıyor.
Bayramın adı NARDUGAN 
(Nar = güneş,  Tugan/ Dugan = Doğan) Doğan güneş.
Güneşi geri Tanrı verdi diye Ülgen’e dualar ediyorlar.
Duaları Tanrıya gitsin diye ağacın altına hediyeler koyuyorlar, dallarına BANTLAR bağlayarak o yıl için Dilekler diliyorlar tanrıdan.
Bu bayram için, Evler temizleniyor. Güzel giysiler giyiliyor. Ağacın etrafında şarkılar söyleyip oyunlar oynuyorlar.
Yaşlılar, büyük babalar, nineler ziyaret ediliyor, Aileler bir araya gelerek birlikte yiyip içiyorlar.

Yedikleri; yaş ve kuru meyveler, özel yemek ve Şekerleme. Bayram, aile ve dostlar bir araya gelerek kutlanırsa ömür çoğalır, uğur gelirmiş.

Akçam ağacı yalnız Orta Asya’da yetişiyormuş. Filistin’de bu ağacı bilmezlermiş.
Bu bu yüzden olayın Türklerden Hıristiyanlara geçtiği ve bunu da Hunların Avrupa’ya gelişlerinden sonra onlardan görerek aldıkları soyleniyor.
İsa’nın Doğumu ile hiç ilgisi yok. “Doğum, Güneşin yeniden Doğuşu ”


Sümerolog
Muazzez İlmiye Çığ



Kaynak: http://www.turkiyeturizm.com/news_detail.php?id=24387



Cumartesi, Aralık 19, 2009

Diş Perisi

Diş perisi bizim kültürümüzde yok. E yaşadığımız yer de İstanbul. Demek ki batı kaynaklı masallar dışında bu özgün karakterin hayatımıza girmesi için bir neden gözükmüyor. Ama nette rastladığım bu mektup çok hoşuma gitti, paylaşmak istedim :)

Sevgili Annora,
Bana ilk dişini bıraktığın için çok teşekkür ederim. Ona çok çok iyi bakacağım. Ben ve Peri yardımcılarım topladığımız bütün dişleri temizleyip cilalıyoruz ki, Periler Ülkesindeki Peri Şatosunu inşa edelim.
Lütfen dişlerine iyi bak. İleride düşen başka bir dişini de peri kutusuna benim için bırakırsan, sana daha fazla hazine bırakacağım.
Sevgiler,
Diş Perisi

Ağlayan Nar, Gülen Ayva...


Denizhan'dan önce Ali ve benim etrafımızda çok bebek yoktu. Yani bir bebek nasıl tutulur, nasıl yıkanır sorularının karşılığı boştu.

Denizhan daha doğmamıştı, hatta anne karnında bir portakal kadardı ama geldiğinde ona nasıl hazır olacaktık? Bebeğini tutamayan anne olur muydu?

Ardından IPC - İstanbul Parenting Class'da katıldığımız "Merhaba Bebek" eğitiminden çok memnun kaldık. Ali ve benim için yepyeni bir evren olan "Bebek" hakkında önemli şeyler öğrendik, bebeklerin beden dili, ağlamaya müdahale yöntemleri gibi. Aman bu da konu mu demeyin. Bir bebek ağlarken onu sakinleştirmenin tek yolunun bebeği kucağa almak olduğunu düşünüyorsanız, ZZZT, kırmızı ışık yani hatalı cevap derim. Kucağa almak 6. adım aslında, ilk 5 çare tükendiyse kucağa almak çözüm artık:)

Eğitim bittikten sonra da Sevgili Sinem ve Gülfem bizlerle teması hiç kesmediler, doğumun ardından Anne-Bebek derslerine (bir çeşit etkileşim-paylaşım sınıfı) bizi davet ettiler. Ve her ay Denizhan için gelişimini destekleyici oyunlar gönderdiler. Oyunlardan sonuncusunda pek çok yüz var. Gülen yüz, Şaşkın yüz, Ağlayan yüz, Somurtan yüz vs. Bu yüzler bebeğe gösteriliyor ve "Bak gülen bir kız." vs. gibi yorumlar yapılıyor o sırada.

Dedesi sağolsun,  Denizhan ile hem oyun oynamakta hem de IPC'den gelen ders(!)lerini çalıştırmakta çok başarılı. Hatta Denizhan gösterdiği sayfa yeniymiş gibi yaparsa, Dedesi "Ders çalıştırmamışsınız torunumu" diyip bize kızıyor bile. :)

Neyse, bu yüzler kendisine gösterilince Denizhan'ın farklı reaksiyonları oluyor. Mesela Gülen Yüz'lü kızla ciddi paylaşımları var, dakikalarca onla ar-er-o-o-mmm gibi seslerle sohbet ediyor.
Peki ağlayan kız için tepkisi? Ağlayan kızı görünce Denizhan'ın yüzü karışıyor, vücudu geriliyor, küçük bir çığlık, ve "mmmMMM" diye giderek yükselen perdeden bir protesto sesi.

Demek ki oğlum güler yüzlü insanları seviyor... Belli ki biz de mimik ve jestlerimizle oğlumuza güleryüzü sevdiğimizi belli etmişiz:)

Daha fazla bilgi için http://www.istanbulparentingclass.com/

Cuma, Aralık 18, 2009

Kış Kreasyonu


Fazla söze gerek yok...

Çarşamba, Aralık 16, 2009

Hani Diş geliyordu? Gelen giden yok?

Evet ben 10 gün önce üst damakta bir diş köşesi görüp aileleri haberdar etmiştim. Bebek konusunda biraz görgüsüz olduğumuz için bu gelişme çok ilgi çekmişti.

-E diş yok şimdi?
-Geri mi gitti? Utandı mı?
-Yok, olmaz öyle şey.
-E o zaman yanlış mı gördüm? Ama tırnağımı gezdirince "çıt çıt" etmişti.

Neyse sonunda Annem ve Yengem'den bilgi geldi. Miniğimizin diş eti şişince o öncü köşe artık görünmez olmuş.
Esrar perdesi kalktı o zaman.
-Tamam merkez, beklemedeyiz. Şüpheli her an yeniden görünebilir. Tamam.




Not: Görünen o ki, yeni yılda bir Diş Buğdayı partisi bizi bekler. Hamarat Kurabiyecimiz Leyla'ya görev düşer. Hem o da daha anne karnında keyif yapmakta olan ikizleri için pratik yapsın, di mi canım?

Diş Buğdayı nedir kuzum? diyenler için:
http://hamilelerkulubu.com/index.php?option=com_content&view=article&id=348:di-buday-ritueli&catid=37:bebekler-icin&Itemid=78

Göbeş Denizhan (Büyümek ya da büyümek, işte bütün mesele bu...2)

Resimde göreceğiniz üzere Meltem Hemşire'nin önerilerini dinlediğimiz ilk akşam Denizhan'ın göbeş hali. Bu kavramı kayınvalidemden öğrendim, göbekli manasına geliyor.
Denizhan aşağıda da anlattığım üzere son zamanlarda 8-10dakikadan fazla anne sütü emmeyi reddediyordu. Aşağıdaki göbeği uzun zamandır görmemiştik. Gene eskisi gibi 45 dakika içti sütünü, 2 pınardan da :)


Sorun:2 önceki yazımda da bahsettiğim gibi Denizhan'ın kilo alımı neden yavaşlamıştı?

Tespit:
Hayır, akla ilk gelen Süt Cafe=Anne'de sorun yoktu. Süt vardı, hatta artsın diye Denizhan artık geceleri emmediği için sabaha karşı saat 3-5 arası kalkıp sağıyordum da sütü.

Sorun Denizhan'ın artan algısı sonucu dikkatinin çok çabuk dağılması ve memeden ayrılmak istemesiydi.
Süt içerken de biraz huyu değişti. Uzun uzun süt emip, 45dk-1 saatte göğsümden zor ayırdığımız oğlum hızlı hızlı içip, 1sn daha göğsümde tutarsam kızgınlık sesleri çıkarmaya başladı:) Hatta vücudunu arkaya itip kendini uzaklaştırıyor. Çevresinde konuşan biri varsa emmeyi bırakıp dönüp ona bakıyor. Biberon teklif ettiğimizde ise memedeki gibi sinirlenmiyor, sanırım daha az zahmetli olduğu için.

Aslında gerçekten derler ya iç sesini dinle. Benim içgüdülerim doğrulandı.

Bu şekilde devam edersek Olası Sonuç:
Meltem Hemşire de doğruladı ki doktorumuzun önerdiği gibi  eğer ek gıdaya geçersek anne sütüne 6 aydan önce bay bay diyebilirmişiz. Ek gıdaya geçmek dünyanın sonu değil elbet ama, özellikle Denizhan karakterindeki bebekler biberondan içmeyi, anne göğsünden süt sağmaya tercih edebiliyorlar. Bu durumda ise ortada anne sütü kalmıyor. Çünkü bebek emmezse, makineler memeyi bebek kadar güçlü sağamadıkları için maksimum 5 haftada süt kesiliyor.



Öneri:
Daha da önemlisi çözümdü tabi ki. Meltem Hemşire aslında Denizhan'ın sinirlenmediğini, sadece ona gelen pek çok uyaran sonucu aklının karıştığını anlattı. Bizler bilmediğimiz için bunları öfke olarak yorumlayabiliyorduk. Sabırla 2 pınardan da en aşağı 15'er dakika süt içirmemizi tavsiye etti.

Nasıl?
Denizhan ilk denemeden itibaren gene sık sık başını kaldırdı, sinirlendi, ağladı, tepind, kendini geriye attı. Ben ne yaptım, gülümsedim, onu sakinleştirmeye çalıştım, onu anladığımı, kafasının karışmasının normal olduğunu ama büyümesi için en iyi yolun bu olduğunu anlattım. Gözlerimin içine bakıp söz dinledi. -sadece 5dakika sonra- gene başa döndük :) Arada ayağa kalkıp odasında dolaştık. O sinirle ağladıkça hep sakin kalıp, gözlerinin içine baktım. Böyle böyle uzun uzun içti sütünü.
Gününü de sanki daha huzurlu geçirmeye başladı bu şekilde.

Gene de hiç bir şeyden emin olamayız bir bebek söz konusu olduğunda. Her an altımızdaki halı çekilebilir:)

Not: Meltem Hemşire'den ilginç bir bilgi daha : İlk dört ayda boy uzaması veya boy ölçümünün bir anlamı yoktur aslında. İsrail de ilk 4 ay hiç boy ölçmezler, çünkü kalça çukurlarına kemikler tam oturmadığından ve bebekler 3-4 ay anne karnındaki gibi toplanarak durduklarından bacaklar hiç bir zaman dümdüz durmaz ve boy ölçümü efektif ölçülemez. Dümdüz yapıp ölçülmeye kalkışıldığında kalça çıkığı olur. Zaten siz uzadığını kıyafetlerden anlarsınız.

Banyo keyfi...

Artık Denizhan çevresine çok daha ilgili. Bununla ilgili 2. bir yazı yazacağım.
Şimdilik banyo anları.
Banyoda artık sudaki köpükleri farkediyor ve elini suya sokup onlarla oynuyor.:)








Vücuduna dair farkındalığı da gelişiyor. Arada bir köy kahvesinde sandalyesini yan çevirip oturmuş ağa pozu veriyor ki görülmeye değer. Küçük Ağa'm benim :)

Büyümek ya da büyümek, işte bütün mesele bu...1


Bu yazının sebebi Denizhan bu ay sadece 300gr almış. Daha 4 aylık kuzucuğum...
Daha anne olmamışken, hatta hamile bile değilken, sürekli çocuğunun kilosuna takık anneleri görüp, kendilerini bu denli üzmelerine üzülürdüm. :) İşte böyle olur, anlamadığın şeyler, anlayasın diye direkt başına gelir.
Hatta oturup işi grafiğe bile döktük:) Evet, eşimle beraber, iki kişi yaptık, çünkü yeni Windows Office bizim için yabancı bir dilin yeni bir diyalektiği gibi :) Aslında daha "idiot proof" bana sorarsanız, daha pratik olduğu yönler var ama biz alışmamışız.

Büyüme ile ilgili öğrendiğim bu konuda da pek çok farklı teori olduğu. Teoriler arasında biz dolaşan zavallı anne ve babaların ilk başvuru noktası internet, bazen bir bilgi vahası, bazen ise tam bir bilgi çöplüğü, hatta toksik etkileri bile olabiliyor.

Ben toplumda genel yaş dağılımında genç gibi görünsem de, aslında yaşlıyım. Nereden mi anladım? Gerek internet, gerekse kitaplarda bir çok doküman okumama rağmen, gene içime en çok sinen kanlı canlı bir insandan tecrübelerini dinlemek oluyor. Jale'nin Hamileler Kulübü mail listesinden tanıdığım Meltem Ünal hemşire sağolsun beni pek çok konuda aydınlattı, hemen sonuç da almaya başladık.

Aksi yönde o kadar kendimi koşullandırmaya çalışma, çevredekilere konuşmama rağmen, bu kilo konusu annelerin başı belası, işte şimdi benim de başımda. Şişman bebek sağlıklı bebek olmasa da, nicelik değil, nitelik desek de hepimizin bilinçaltına yerleşmiş bu:) Yandaki bebek mi? Hayır ona özenmiyorum canım. Zavallı kuzucuk  çok sağlıksız, allah korusun. Belki bazı annelerin fantezisidir, benim asla değil...


Devamı sonra...

Pazartesi, Aralık 14, 2009

Biberonumu da alır giderim...

Evet bizim esas oğlan artık emziğini, biberonunu ağzından çıkarıyor, ve yakın bir bölgeye geri sokmaya çalışıyor. Henüz %100 bir başarımız yok, karavana atışımız bol.


Elimizdeki telefona, havuca uzanıyor. Arada omzundan kendini kaldırıp öyle bir "Ben kalkayım artık, bekleyenim var." edasıyla oturmaya çalışması var ki, dışarıda bir kız arkadaş yaptığından şüpheleniyoruz.

Haftasonu Cinneti :)


Yok tabi, başlığı abarttım. 


Hayır hayır, cinnet geçirmiyorum.
Ama diş sıkıntıları, aşıdan kaynaklı ateş, bebeğe şeker katılmış inek sütü içir tavsiyeleri, uyumama, yeni karakter, kusma derken dağılacağım yakında :) 


Tarihte bu haftasonunun kalbimdeki yeri ayrı olacak. @@@!!!??*### - Tommiks'te falan böyle küfrederlerdi di mi? :))

Perşembe, Aralık 10, 2009

Denizhan@Kermit


Jale'nin tasarımı yastığımızda keyif zamanı...

Pazartesi, Aralık 07, 2009

Kız Çocuklarına doğru rol modeller oluşturalım!


Kız çocuklarının üzerinde herhalde hiç bir zaman olmadığı kadar büyük bir baskı var : SADECE Prenses veya Peri Rol modelleri veriliyor çocuklarımıza.
Bu harekete %100 katılıyorum. Kız çocuklarını iyice feminenleştiren bir medya baskısı var. Gazetelerde, dergilerde topuklu ayakkabı giyen çocuklar. Sokaklarda saçı, dudağı boyalı çocuklar. Kız oyuncaklarının önemli bir bölümünü makyaj malzemeleri oluşturuyor dükkanlarda bakınca. 
Amerika'da adını unuttuğum bir vitamin firması yeni ergenliğe giren çocuklar için iki ayrı vitamin üretip, pazarlıyordu. Kızlara güzel cilt, güzel saç sağlayan, Erkek çocuklara kas tonusunu güçlendirme vaadiyle reklam yapıyorlardı TV'de. Kızların çantasını hep erkekler taşıyacağı için, kız çocuklarının kasa ihtiyacı yok belli ki?
Bu işin iyice suyu çıkmış durumda. 

Ben büyürken bebeğim de oldu, arabam da, trenim de. Cinsiyet ayrımcılığından bir farkı yok, hatta güçlendirici bir faktör bence.
Çocuğun gelişim dönemlerinde zaman zaman özel modeller arasa da, esası akıllı, kültürlü, sosyal bir insan olmak değil mi tüm eğitim ve oyuncakların amacı? Biz küçükken erkek-kız karışık oynardık. Aklımız bir şeylere erene, işi sulandırmaya kalkanlar olana dek uzun eşeği de beraber oynadık. Hatta ilkokulda kız-erkek futbol da oynadık.
Zaten öbür türlüsü tuhaf değil mi? Bu yüzden töre cinayetleri de azalmaz, kadınların ezilmesi bitmez. Barbie bebek değil, insan yetişiyor. Eşitiz biz, eşit.

Not: Yazdıklarım yanlış anlaşılmasın, her kız çocuğu erkek fatma olacak diye bir şey yok. Ama onlara isterlerse her şey olabileceklerinin mesajını vermeliyiz, yeteneklerini keşfetmelerini sağlamalıyız. Belki iyi bir sporcu, belki iyi bir avukat. Sadece süslenmek, aynaya ve giydiklerine endekslenmek aslında kolay çözüm. Sonra bir bakmışısz ayakta durmak için mutlaka bir erkeğe muhtaç kadıncıklar. Oysa birliktelik tercihten ve sevgiden doğmalı, mecburiyetten, bakılmak için değil.

İlk Traş

İlk traşımızı olduk.


Simsiyah saçlarla doğan bebeğimiz saçlarının çoğunu döktü ve yerine gelenler koyu kumral.

Eskiden kalan saçlarımız incelip birbirine dolaşıyordu. Artık ilk traş zamanıydı, ensesi açıldı oğlumun:)

4. ay kutlaması

Dün Denizhan'ın 4. ayını kutladık. Görgüsüz olabiliriz, elden ne gelir:)

Biz karı koca küçük şeyleri abartıp, sık sık kutlama yapmayı, festivalde yaşamayı seviyoruz.
Bakalım sakin ve ciddi bakışlı oğlumuz büyürken bize uyup, bizimle kutlama yapacak mı?




Futbol, Babalar ve çocukları...

Konu Ali Koç'un açıklamalarıyla geçtiğimiz aylarda gündeme gelmişti.
"Babalar ve çocukları aynı takımı mı tutmalılar?"

Futbol, ailenin benim tarafında fanatik taraftarlığın olduğu mühim bir hadise.Daha bebeğimiz anne karnındayken, annesi tarafındaki Dede-Büyük Dede-Dayı ve babası tarafındaki kuzeni tarafından GS olması gerektiği hakkında yorumlar yapmaya başladılar.


Oysa babamız Fenerbahçeli. Hem de fanatik değil, sporsever- takımsever ayarında. Ben futbolu ve fanatikliği sevmediğim için bu konuda dengeyi kurabiliyoruz. Maç başlayınca, ben de bilgisayarımın başına geçiyorum. 
Futbolu sevmeyi denemedim değil, denedim. İlk zamanlarda erkekleri bayıltan "Ofsayt nedir canım?" sorusu ile beraber eşimle maç izlemeyi denedim. Sorularıma cevap vermekten o da bir şey anlamıyordu maçtan, ben de keyif almıyordum. Sonunda o saatlerde ayrı işler yaparak mutabakat sağladık.



Konu hakkındaki en komik anımız Fenerbahçe stadına maç izlemeye gidişimiz. Sanırım 2 sene önceydi, ben hala umut taşıyorum ve futblou sevmeye çalışıyorum. Daha da önemlisi üniversitenin son yılında Fenerbahçe Stadı'nın projelendirmesinde bifiil çalışmış ama uygulanmış halini bir türlü görememiştim. Yanlış hatırlamıyorsam, FB ve Ankaralı bir takım arasındaki bol gollü bir maçtı. Skor 5-1 bitmişti galiba. Ben stadı incelemekten 6 golden sadece 2'sini görebilmiştim. Halbuki derler ki en ilgisiz insan bile FB stadında fanatik olurmuş. Bende ilgi ve meyil bu derece düşük yani.


Bu konuda gerçekten de çok net bir fikrim yok. Çok önem vermiyorum ya bu takım konularına ondan herhalde. Esas önem verdiğim FANATİK olmaması. Çünkü en nihayetinde ana-baba-çocuk aynı evde yaşarken bir ortak kabulde buluşmamız lazım.


Blogcu anne bu konuda güzel bir yazı hazırlamış ve 3 büyükleri tutan babalardan görüş almış.Burada okuyabilirsiniz. Özetle her baba "Çocuğumla ben aynı takımı desteklemeliyiz ki, o büyürken beraber maçlara gidelim, baba-oğul paylaşımımız artsın." demişler. Ki mantıklı geliyor kulağa.


Bizim ailede taraflar hala anlaşamadılar.Eminim GS'li dede, büyük büyük dede, teyzeanne, küçük dayı ve kuzen "Bebek bu duyguları bizimle paylaşsın, , babası yapacak başka bir şeyler bulsun kendine" diyecek kadar ileri nokta söylemlerde bulunabilirler. :) Ciddiyim. 


Bakalım bu mesele nereye gidecek? Ben evde FANATİK istemem. Geri kalanı çocuğumun seçimidir. Hakkımızda hayırlısı:)


Not: İşin politik yönüne bakarsak, tüm dünyada futbolun kitleleri afyonlamak amacıyla bu kadar desteklendiğine inanıyorum. Giderek her kuşakta artan fanatiklik derecesi de bunu doğrular nitelikte. Genç çocuklar milyonlarca dolar alıyorlar, şımarıyorlar, sahada yatıyorlar, maç öncesi gecelerde bile eğleniyorlar, ertesi sabah antrenmana yetişmek için lüks spor arabalarıyla kaza yapıyorlar. Garibanlar da takım sevdasına (?) birbirini yaralıyor, öldürüyor, cebindeki 3 kuruş parayı maç biletine yatırıyor. İşte bu konuda benim rengim budur. Bal-kaymaklı pazar kahvaltısından gayrı da bu hayatta hiç bir fanatikliğim yoktur.
Not2: Merak ediyorum, bizim ailenin futbolsever kanadı beni domates, yumurta yağmuruna tutacak mı? :)

Pazar, Aralık 06, 2009

Her babanın içerisinde bir Cevat Kelle vardır.

Olacak O Kadar programında en sevdiğim karakter ailemizin muhabirinin  yanında yeralan kameraman Cevat Kelle idi. Taşıdığı ipe sapa gelmez aksesuarları (klozet, soba borusu, ördek) incelemek her parodinin en can alıcı yeriydi. Unutanlar için burada detaylar var.

Artık biliyorum ki her babanın içinde bir Cevat Kelle ruhu saklı.

Yandaki resimlerde babamızı önden ve arkadan görebilirsiniz. Bunlar eşya konusunda iyice cozuttuğumuz bir bayram gezmesinden çekilmişti.
1-Turuncu Çanta : Alt değiştirme, bez, ağız bezi, bilumum sarf malzemesi
2-Gri büyük çanta: Oyuncaklar, Polar ve Pike battaniyeler, ek giysiler
3-Bebek
4-Plastik poşet: daha o sabah aldığımız yeni oyuncaklar.

Ve daha sadece 4 aylık bir bebekten bahsediyoruz. Allah sonumuzu hayretsin, akıl fikir versin diyorum.
Not: 5. maddede yeralan Oyuncaklı Bebek Sandalyesi/Salıncağını da ben taşıyorum.

Herşey iyi bir gelecek için...

Denizhan bir aslan burcu olarak pek çok çocuktan daha çok kontrolcü ve istediğini elde etme konusunda azimli gözüküyor. Kendisiyle beraber olduğumuz 120 günü aşkın süre içinde "Hemen şimdi süt gelsin, hemen diyorum, şimdi bak, cızırdamaya başlıyorum, çok geç, bir kaç saniye geç kaldınız, pişman edeceğim sizi." şeklinde gelişen bir beslenme öykümüz var. :D

Bu nedenle bir kermes vesilesiyle Işık Okulları'na gidince, "e artık kendi kararlarını verecek yaşa galiyor çocuğumuz" diyerek okulu da gezdirdik. İşte Denizhan Bey'in Galatasaray Liseli kuzeniyle yaptığı okul gezisinden resimler.

Ne karar mı verdi? Çok yorum yapmadı, biraz daha düşünecek galiba.

Cumartesi, Aralık 05, 2009

Daha duuur...


Duygular hem benzersiz, hem de aksine evrensel pek çok zaman, aynı insanlar gibi...Aşağıda anlatacaklarımı farklı "yeni" annelerden de duyunca tekrar farkettim bunu.


Her anne-kızın hikayesi farklıdır. Ergenliğimle beraber başlayan anne-babayı-aileyi yargılama sürecimde yıllar içinde çok yol aldım. Yaş aldığım her yıl anne & babama bakışım değişti, anladım veya anlayış gösterdim, hissettim. Karmik felsefeye inanlar derler ki, en karmaşık karmalardan biri "anne-kız karması" imiş. İşte bizimkisi bu türden bir hikayeydi, ben 25'i geçene kadar.

Birbirimizi anlama yolcuğu bitti artık zannediyordum. Bitmemiş, yeni başlıyormuş:)

Hamileliğim sırasında, ardından doğum, ardından yeni annelikle beraber ebeveynlerime, geçen yıllara, alınan kararlara ve yaşananlara bakışım ve anlayışım tamamen değişti.

Geçen gün annemle bunu paylaştım:

Özge: Anne, ben seni şimdi "anne olunca anladım". Hatta bu isimde bir de web sitesi varmış.
Anne: Hmmm, ben de bir web sitesi açacağım, adı "Daha duuur, neler göreceksin."
Özge: ?!

16 yaşında her şeyi bildiğimi, hatta daha iyi bildiğimi düşünürken, bugün tek bildiğim hiç bir şey bilmiyorum. Sağolasın ilahi Sokrates.

Not:Uf, ileride benim minik oğlumun da ergenlik problemleri olacağını, sakalının çıkacağını düşününce...

Domuz Gribi hakkında ne mi düşünüyorum? Ne düşünmüyorum ki?









Hala kafamız karışık. 1 ay önce aşıya ne gerek var diyen doktorların %90'ı caydı. "Yan etkiler standart canım." yeni söylemleri. E dolayısıyla, biz dahil çevremizdeki tüm anne- babalar da gene afalladı.




Sevgili blogcu anne mikrobiyolog halasıyla Domuz Gribi hakkında 1. ve 2. ropörtajlarını yayınladı. Sonra konuyu daha da derinden araştırabilmek için kaderin hoş bir cilvesiyle hasta oldu.
Bir nevi savaş muhabiri misali savaş alanından bildirmeye başladı.
Hastalığı ailece nasıl atlattıklarını burada çok güzel yazmış.


Artık bir rahat edebilsek, kafamızdan atabilsek? Aşı olan arkadaşlarım mail atıyor, "O dendi, bu dendi, dayanamadık artık aşı olduk. Kafamız rahata erdi."


Biz aşıyı olmama konusunda hala kararlıyız. Aile üst meclis ve localarında da konu konuşuldu, hemfikiriz, grup tavrı aldık yani :)



Nazım Hikmet bana bu sabah gösterdi ki 1958'de bile aynı şeylerle korkutuluyormuş insanoğlu:


Ölen ölene, doğan doğana
Ağaç, yıldız, insan
Virüs falan filan
Bir telaş, bir kıyamet
Umut, keder, hasret
Doğan doğana, ölen ölene.



E o zaman korkacak bir şey yok belki de, insanlık hala varolduğuna göre :P
Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...