Perşembe, Eylül 30, 2010

Ne Denizhan bizim değil mi? Ne diyorsun Halil abi, nasıl yani?



Çocuklar

Çocuklarınız sizin çocuklarınız değil,
Onlar kendi yolunu izleyen Hayat'ın oğulları ve kızları.
Sizin aracılığınızla geldiler ama sizden gelmediler
Ve sizinle birlikte olsalar da sizin değiller.
Onlara sevginizi verebilirsiniz, düşüncelerinizi değil.
Çünkü onların da kendi düşünceleri vardır.
Bedenlerini tutabilirsiniz, ruhlarını değil.
Çünkü ruhlar yarındadır,
Siz ise yarını düşlerinizde bile göremezsiniz.
Siz onlar gibi olmaya çalışabilirsiniz ama sakın onları
Kendiniz gibi olmaya zorlamayın.
Çünkü hayat geriye dönmez, dünle de bir alışverişi yoktur.
Siz yaysınız, çocuklarınız ise sizden çok ilerilere atılmış oklar.
Okçu, sonsuzluk yolundaki hedefi görür
Ve o yüce gücü ile yayı eğerek okun uzaklara uçmasını sağlar.
Okçunun önünde kıvançla eğilin
Çünkü okçu, uzaklara giden oku sevdiği kadar
Başını dimdik tutarak kalan yayı da sever.

Halil Cibran

Çarşamba, Eylül 29, 2010

Hayat üçbuçukla dört arasındadır...


Özge kız der ki;
Hayat bazen üstüne üstüne gelir ya...
Dünya sanki bir mavi dolmuş da,
Çok sıkışık, havasız, sürekli gaz-fren ite-kaka gitmekte olan,
Açıp dünyanın penceresini bağırmak istersin "İnecek vAAAr!!!"

Bu aralar böyle hissediyorum. Bu hislerin gelip geçiciliği ve yalan olduğuna dair çok güzel bir yazısı varmış Neyzen Tevfik'in. Okuyanın yüreğini ferahlatan cinsten:) 
Oğlumun bizden daha bilge olup, 4/4'lük yaşamasına kadeh kaldırıyorum. Ne kadehiyse bu?:)

***
Yaşam üzerine fazla geldiği zaman onu zorlama,
biraz duraksa, neler olup bittiğin
e anlam verme.
Mutlaka yanlış bir şey oldu ve düşüncelerin ile
dileklerin aynı orantıda değildi ve varlığın ile buluşamadı.

Sorun yok, sadece bekle.

Güneş doğacaktır, çimler yeşerecektir, çiçekler açacaktır,
rüzgar esecektir ve yağmur yağacaktır, zorlamaya gerek yoktur, olması gereken kendiliğinden olur !
İzlemeye devam et, şahitlik güzeldir, hem olayın dışındasındır hem de içinde, o bir dengedir, o anlamlıdır, şahit ol, tanık ol, olan ile bütünleş, güzellik olanların içinden filizlenecektir; zorlamaya gerek yoktur, olması gereken kendiliğinden olur !..

Hayat üçbuçukla dört arasındadır... Ya üçbuçuk atarsın ya da dört dörtlük yaşarsın...


Neyzen Tevfik


Not: Fotograf da yazıya pek yakıştı.Anne umutla yarınlara bakarken/ yarınlarda ararken, zaten filozof doğmuş "minik" son derece canlı ve zaten akışta yaşıyor herşeyi:)
Not2: Eve yardımcı, ben çalışmaya başlayınca bakıcı arayışımız sürüyor. Görüşmeye gelenlerden biri haftada kaç gece çıktığımızı sordu. "3-4'den fazla olmasa, eşim de beni bekliyor da." dedi. Ali ile birbirimize baktık, baktık, baktık. Sonunda sessizliği Ali bozdu, "Biz doğumdan sonra 3 kere gece dışarı çıktık, bir iş yemeği ve 2 düğün." dedi. Acaba çok mu asosyaliz:)

Ebeveyn olmak, Suçluluk duymak...


Ali ile film zevklerimiz her zaman tutmaz. Geçen yılların etkisiyle gene de yaklaştık birbirimize diyebilirim. Eskiden bayıldığım uzun uzun nefes alınıp, sigaranın dumanının burundan üflemesinin bile dakikalar sürdüğü filmleri artık kaldıramıyorum. Aynı ana haber bültenlerinde olduğu gibi, bunları artık bünyem almıyor. Türkiye'de yaşıyoruz, insan içini daraltmak isterse sokağa çıkması yeterli bence. Sanat filmleri demişken "Paramparça Aşklar,Köpekler" gibi filmler hariç tabi, onun hala dimağımda izi vardır.
Neyse beraber yaptığımız bir ritüel mi desem, nasıl adlandırsam, hah, bir alışkanlık var. DVD'ler yaygınlaştı, malum, pek çok türde film var evimizde. Ama  en önemlileri çok canımız sıkıldığında, biraz tadımız kaçtığında başvurduklarımız: sabun köpüğü ama çok gülümseten bir kaç film duruyor rafımızda. Biri 50 First Dates, bir başkası Mamma Mia!

Mamma Mia tamamen ABBA şarkılarından yapılmış bir müzikal. Önce müzikali yapılıyor, dünyaca meşhur oluyor, ardından filmi çekiliyor. Sahne sanatlarını sevsem de, müzikalini seyretme şansı bulmuş olsam da, Yunan adasında geçen bu müzikalde fondaki doğal güzellikler nedeniyle oyum filmden yanadır. Tabi bir de Meryl Streep apla'nın varlığı!

Bu filmde beni en son geçen hafta izlediğimde, hani neredeyse daha önce hiç çarpmamış bir şarkı çarptı: Slipping Through My Fingers burada dinleyebilirsiniz, muhtemelen tanıdık gelecektir. 
Neresi mi çarptı, sözleri. Hakkını verememek korkusuyla hiç sevmediğim bir iş yapıp beni çarpan yerleri tercüme etmeyeceğim. Müsaadenizle zıp zıp bir çocuklu bir kadınım, içeriğinden bahsedeceğim. İsteyen sözlere şuradan bakabilir.
Şarkıda hızla geçen yıllarla büyüyen çocuğunun elinde okul çantasıyla bakan bir anne/babanın hisleri anlatılıyor. Bir anda geçen yıllar,  paylaşılanlar yanı sıra yaşanamayanlar ve şarkıya adını veren, kaybetme, ellerinden kayıp gidivermesi hissi. Ama öyle Ferdi Tayfur ağzı değil, şeker şeker anlatılıyor bunlar. Sonra şarkının bir yerinde şöyle diyor:
Then when she's gone there's that odd melancholy feeling
And a sense of guilt I can't deny
***
Sonra O yokken çöken garip melankoli duygusu
Ve varlığını inkar edemeyeceğim suçluluk duygusu...

Film bende şarkının başında kopuyor da, tam burada, bu suçluluk duygusunda garip bir farkındalık yaşadım. Anne-baba olunca hayatınıza davet ettiğiniz bu masuma karşı çok yoğun duygular hissediyorsunuz. Ben bir de hep dipsiz bir suçluluk duygusu. Hep eksik yapmışım, hep bir şey atlamışım, eksik düşünmüşüm, daha da iyi yapabilirmişim, ya da bir başkası benden daha iyisini yapabilirmiş hissi. Ki bu his içten içe çok yiyip bitirici ve gereksiz aslında. Bildiğim her şeyi uygulayabilsem Budist değil, Buda'nın kendisi olurdum ama maalesef:)

Konuştuğumda böyle hisseden pek çok anne var. Bu bizim küçük ailelerde, her şeyin, ağlayan ve hatta zaman zaman uyumayan bebeğin bile normal olduğu algısının olmayışından. Bir de bizlerin korkularını sömürerek bundan para kazanan doktorlar, bebek bakım kitapları. "Bırakın, normaldir.Rahat olun." diye doktoru goygoyculukla kızan anne baba bile duydum. Of bu yazı bitmeyecek anlaşılan.
Şöyle yapalım, ben yatmaya gideyim, yazıyı okuyanlar bir zahmet bağlasın, isterlerse yorum yazsın:) Ya da istemezseniz, bırakın dağınık kalsın:)

Bizimkinden haberler: Artık İş Kitapları özetleri vs. okuyor oğlumuz. Şİmdiden neden içini karartıyor bilmem ama en sevdiği dergi ve ekleri Capital:)

Çarşamba, Eylül 22, 2010

"Aaaah, sıcak!" Şov

Fazla söze gerek yok... Bizimki tam şov yaptı Bodrum'daki 8 haftalık tatilimizde. Ne kadar çok hayranı, şakşakçısı, alkışlayanı olursa, bir o kadar aşka gelerek tekrar etti numaralarını... Aslında şovun şu an yüklediğim hali, oğlumuzun çok "Bis" yapması nedeniyle biraz deforme olmuş versiyonu. Şöyle ki: İlk başta sıcak bir şey dokununca "gerçekten" çekiniyordu. Ben de seviniyordum, "Aman iyi bir şey de öğrettik sonunda!" diye. Maalesef yazlıkta "Gelsin çaylar, komşular!" sonunda iş şova dönünce, bizimki de cılkını çıkardı. :)
Not: Evet, tam 8 hafta tatil yaptım. Oh canıma değsin, tatil yapamadığım, apar topar döndüğüm zamanların inadına oğluma 4/+2lik tatil yaptırdım. Sona yakın bir arkadaşım arayıp: "B*k*nu çıkardın artık, dön, özledik!" dediği an anladım ki çalışan arkadaşlarıma büyük haksızlık / nisbet yapmışım bu kadar uzun tatile çıkarak:P 

Salı, Eylül 21, 2010

Jedi is back / Jedi aramızda!

Bu çubuklar yeğen sever büyük dayısı ve müstakbel yengesinin Delta Havayolları'na bağışta bulunma pahasına atlantik ötesinden getirdikleri oyun çadırının kurulum parçalarından. Tatilde bol bol oynadığı çadırı sezon kapanınca İstanbul'a getirdik. Biz daha çadırı kuramadan, Denizhan bizden hızlı davranarak çubukları kaptı bile!
Oğlumuz çok uzun zaman önce değil, daha geçen hafta sarhoş bir yengeç gibi bazen düz, bazen yantrik ama ki yalpalayarak yürürken, şimdi koşuyor. Koşarken de bizim yürek sürekli anksiyete krizinde tabi. İstediğin kadar önlem al, evde her yer sert/köşe/sivri. Bir de "Çocuğu özgür bırak ki, kendi öğrensin." diyen iç ses var tabi.
Bu fotografları çektiğim sırada Denizhan'ın iç sesi ne diyordur acaba:
-"Hmmm, önceki reenkarnasyonlarımdan bu sopaları hatırlar gibiyim. Bir denemek lazım, hadi bakalım. Paslanmış mıyız biraz? Yok yahu, işte oldu, bisiklete binmek gibi. Işın kılıçlarım ve ben hazırız, gelin bre kafirler! Savuluuun!Güç sizinle olsun! / May the force be with you!"

Not: "Hanım kızım akşam akşam Jedi nereden çıktı, Kayı boyunun askeri zümresinden mi bu?" diyorsanız, size Star Wars diyor, fon müziği gönderiyor ve şurada veya burada daha detaylı bilgi bulabilirsiniz diye not düşüyorum.

Pazartesi, Eylül 20, 2010

Mütevazı Patron...


Öyle yere bakan, mütevazı duruşlarına hiç kapılmıyoruz Denizhan bilesin. Tipik bir Aslan burcu olarak evdeki patron sensin, kabullendik:)

İmza: Evdeki Yay & Koç - sözümona Zodyak'ın diğer ateş burçları:)

Pazar, Eylül 19, 2010

Elveda Oryantal Kraliçesi...

Yazamadım, sebebi muhtelif. Oysa Denizhan'ın doğumgünleri, yaz tatilindeki maceraları falan çok resim ve yazı var zihnimde.Yazamama sebebim özetle Evdeki Yardımcı sorunsalları ve Ali'nin zatürre olması. Zatürre mevzu başka bir yazıda anlatırım belki ama yardımcı meselesi pek derin:P
Zannediyordum ki, evde bir yardımcı olunca ev işleri bitecek, çocuk daha kolay büyüyecek. Yok henüz beceremedik. Zaten aynı evde 2 kadın zor zanaat, bir ipte iki cambaz misali. Hem işveren olup, hem tadında ilişki kurup, hem motive edip, hem dengeleri koruyup, hem de evdeki hanımı çalıştırabilmek daha zor zanaat-mış. Gündüz evde verimli iş yapılmayınca gece de pc başına oturmak bana haram oldu tabi.
Zannediyordum ki, evde bir yardımcı olunca yeni iş hayalimize konsantre olabileceğim. Yok, bu da mümkün olmadı, gördüğünüz gibi pc'mi bile açamadım. İ-phone sağolsun, artık kapı aralığında, ocak başında ne kadar, kaç saniye bağlanabildiysem.
Son yardımcımız E-ki burada kendisini artık Barbie abla olarak anacağım- gerçek bir vaka analiziydi. İlk başlarda "3 çocuk sahibi anne, mağrur ve gururlu kadın, her işin altından kalkabilecek zeyna" formasyonu, Türkiye'de merkezin ve solun hali gibi giderek güç kaybedip sonunda şu formata dönüştü:
-"Ben ev işi yapmam. Benim görevim değil."
Evet bunu da dedi. Özellikle son dönemde o Denizhan'ı kucağında tutuyor, ben canhıraş şekilde iş yapıyordum. Neden ben iş yapıyordum, çünkü Barbie abla kendini yormadığı için hangi iş yapsa bir şeyler eksik kalıyor, ben 3-5 söylemekten usanıp, sonunda işe kendim girişiyordum.
Sonunda Ali zatürre olup da evde yatmak zorunda kaldığı hafta bizi olay yerinden gözleme imkanı elde edince beni daldığım gaflet uykusundan uyandırdı. En son ben gene dalmış buzdolabının derinliklerine, son aylarda el değmemiş bakir yörelerine, bir yandan temizler, bir yandan tasnif eder, yerleştirirken Ali gelip sordu: "Ne iş?"
Zira o anda Barbie abla kucağında oğlum ile beni izliyorlardı.

Bunun üzerine biz o gün Barbie abla ile performans görüşmesi yapmaya karar verdik. Hemen konuşamadık. Zira kendisi 8 gün tatil izni, ardından bayram izni (3 gün), sonrasında mide rahatsızlığı (3 gün) derken son 3 haftada birbirimizi pek görememiştik.
Midem rahatsız diye gittiğinde doktor istirahat verince eve gidip yatmıştı. Geçmiş olsun, tabi yatsın da, bize bir haber uçıraydı. Yok o öyle yatmış, bizi aramadan, haber vermeden. Sonra Allah'tan bize işi düştü de geldi. Yoksa süresi belirsiz istirahat ne kadar sürebilirdi? (Başka konularda da sürekli kendi ailesine yalan söylediği için benim ona itimadım hiç kalmamıştı. Bu hastalık meselesi nde de günahı boynuna.)
Hazır evimizde bulunca yardımcımızı bizim performans konuşmamıza geldi konu. Ama dediğim gibi, ne söylesek "Benim görevim değil." dedi. Dahası şunu da dedi:
-"İşler yetişmiyorsa Özge'nin (-benim yani) hatası. Hem benim görev tanımımda bunlar yok
Zzzzzt! Ali de film koptu burada. Bu esnada ben ancak gözlerimi yuvalarından fırlatmışken Ali rasyonel bir tepkiyi karşı filelere ulaştırmıştı bile.
Maalesef nereden nerelere geldik dedim. Daha bir sürü boş laf, kendini savunayım derken dediği şeyler. Boşa ona laf yetiştirip kendimi yorup, enerjimi düşürmedim. Gene de yazayım, gene ileride aynı şekilde birini tepeme çıkarırsam, kendime ikazım olsun.
İlk başta "Ne iş olsa yaparım." derken, bir şekilde bizim oğlanı bırak oynatmayı, yaka iğnesi gibi kucakta dolaştırmaktan başka bir işe imza atmaz olmuştu. En son ben alışverişe gittiğimde, oğlanı uyuturken bizim yatakta, benim yastığımda rahatça uyuması da 10 puanlık bir hareketti:) (Ki o odada 2 kişilik bir koltuk var, yoruldum dese gündüzleri kendisine tahsis edilmiş ayrı bir odada 3 kişilik başka bir koltuk var, yoruldum dese eve gitmesine izin verecek insanlık bizde var.) Oysa olay anında Ali'nin zatürreden yatıyor ve bütün bunlara şahit oluyor. Yorgunluktan değil yahu, rehavetten, miskinlikten. Otur, otur insanın içi geçer tabi. E bizim de gönlümüz geçti sonunda...
Fotolar hakkında bir kaç Not:
1. Foto: Döndüğümüz gün. Nasıl marsık gibi yandığımıza dair.
2. Foto: Döndükten bir kaç gün sonra bahçeli tatilden apartman hayatına şeyettiremeyen oğlumuz kurtlarını döksün diye Emirgan Korusu.
3. Foto: Tatilden, Bodrum'dan. Babaannesinin balkonunda hamak keyfi.

Pazartesi, Eylül 06, 2010

Gücünün bittiği yerde Kaderin başlar...

Nehir aramızdan ayrıldı. Yazmaya elim gitmedi. Zeynep hanım'ın yazısını okuyup içimde sessiz bir çığlık yükselip, daha henüz kafamda herşey döner ve bir tepki bile verememişken, ansızın Ali gelip yanıma oturdu koltuğa. Hiç bir şeyden habersiz dedi ki:
-"Gücünün bittiği yerde Kaderin başlar..."
Kaldım. Kaç zamandır bana söyleyecekmiş, denk gelmemiş.
İşte budur Nehir'in hikayesi. Annesi, babası ve kız kardeşi insan üstü bir iş yaptılar, maddi, manevi. Bu kadarmış, buraya kadarmış. Gene de en zor günlerinde bile yazdıklarıyla bizi aydınlatan güçlü kadın Zeynep Hanım sayesinde Nehir hayatlarımıza dokundu. Artık hiç birimiz, hiç bir şey aynı olmayacak. Bizde pek çok farkındalık yarattığınız için teşekkürler.
Allah size dayanma ve devam edebilme gücü versin.
Not:Resim OİP'in eseri, istersek paylaşmamızı gönülden istemiş . Bir başka blogcu anne-Damla Nehir'e çok güzel veda etmiş, paylaşmak istedim.
Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...