Cumartesi, Ekim 30, 2010

Beraber diş çıkarıyoruz...

Yok mecazi anlamda değil, gerçekten. Ben her nedense ancak 32 yaşımda 2'inci 20 yaş dişimle uğraşırken, Denizhan da sağdaki alt ve üst azılarını çıkarıyor.
Canım bebeğim, geceleri durduk yere (?) aniden çığlık çığlığa ağlamana hak veriyorum. Gerçekten çok ağrıyor ama çok:(
Resimsel: Sonunda Ali farketti. Neyi mi? Evde çocuk işçi çalıştırdığımı!
Bizi taklit ediyor. Hani yere bir şey düşünce alırız elimize bezi, evdeki minik bebekten hızlı davranıp bir güzel temizleriz ya yerleri. Şimdiler bizimki de uzanabildiği tüm bezleri alıp yer siliyor. Tabi bu bez kimi zaman el bezi, havlu da olabiliyor. E sen de ortada bırakma annesi!

Not: Bu arada çocuk işçi konusu benim öteden beri çok canımı yakan bir hadisedir. Yok öyle oto sanayilere gitmeye gerek yok, benim gibi mimar veya inşaat sektöründe olursanız uzaktan bile olsa gözünüze çarpar bu minikler ve minicik bedenlerine bakmadan taşıtılan ağır yükler.

Cuma, Ekim 29, 2010

Hellü!

Metinsel...
2010 yaz başında Denizhan, babası ve ben Music Together İstanbul'a gidip Sevgili Yapıncak ile Summer Songs/ Yaz Şarkıları'nı icra ettik.. Beraberce müzik yapmanın, söylemenin, çalmanın, oynamanın keyfine vardık. Müzik zaten hayatımızdaydı, bu şekilde Denizhan ile yapabileceklerimizin anlamını daha da iyi kavradık. Ardından Bodrum'da iki ay boyunca arabada, evde, denizde, kumsalda heryerde bu müzikleri dinlemeye veya söylemeye devam ettik. Hatta Fireworks / Havai Fişekler parçası ile dalıp çıkarak, oğlumuzu Turgutreis'in buz gibi sularına dalmaya ikna ettik. Bilmeyenler için garip gelebilir, ama bir kere katılan anne babalar bile bu özenle seçilmiş çocuk şarkılarından büyülü bir zevk alıyor.
Sonunda Music Together ilk sözcüklerimize de yansıdı. Bizimkiyle evde monolog, diyalog, artık allah ne verdiyse hep konuşuyoruz. Bizi böyle görenlerden "Tamam da o bebek, ne anlar ki? Zavallı kadın insansızlıktan artık kafayı üşütmüş." olacak şeklinde dudak bükenler de oldu. Uzun lafın kısası bizim herşeyi anlayan kuşağın temsilcilerinden olan oğlumuza geçen gün sordum:
"Oğlum müzik dinleyelim mi? Hadi ipod'a gidelim. Ne dinleyelim oğlum?" dedim ve gözlerinin içine baktım.
Bana cevap verdi: "Hellü!"
Yani Hello/ Merhaba!.Bu Music Together sınıfında herkese tek tek ismiyle hoşgeldin denilen şarkının ilk kelimesi.
Ah, bayıldım tabi zevkten.
Merak etme sayın okur, senin yerine o "Hello" demeye çalışan bıcırı, yedim yedim, bitirdim:)

Resimsel...
Aşağıdaki resimler Denizhan'ın oyun odasının yerine aldığımı Skip Hop oyun matı. Çok güzel bir ürün bence. Almadan önce Amazon'da orada burada epey araştırmışlığım var. Tam getirtecekken e-bebek'e geldiğini gördüm ve dünya ek masraftan kurtuldum. Ergo Baby Bebek Askısı için verdiğimiz uğraşı hala aklımda, böyle kolay oldu.
Alt kat boş olduğu için ısı izolasyonu da olur mantığıyla aldığımız bu ürün bu amaç dışında pek çok amaca hizmet ediyor. Canı istediğinde dişlerini kaşıyor, ısırıyor. İstediğinde içini dışını söküp evin farklı yerlerine taşıyor. Son olarak da kafasına geçirip dolaşmaya başlıyor, finalde de annesini takdis ediyor.
Ne sayın okur bir şey mi dedin? Fotoğraflarda oğlumuzun flu çıkmasının bizim fotoğraf çekme kabiliyetimiz, fotoğraf makinesi yerine cep telefonu tercih etmemizle hiç ilgisi yok. Bizim oğlumuz Flash Gordon'un reenkarnasyonu, ama aramızda kalsın, sır, tamam mı? Hani vardı ya, oradan oraya ardında kırmızı bir çizgi bırakarak koşan, süper sonik hızla koşan adam, 80'lerde, TV'de,hani?
Notsal...
Metin ve resimleri böyle ayırınca yazıyı bağlama derdime de bir son verdim:) Kafamı toplayana kadar yazılarımı okuyanlara toplatma ve bağlatma derdine de bir son verdim.

Cuma, Ekim 22, 2010

Sünnet...

Hayat, kader, akış karmaşık...
Tanrı kavramı derseniz, hep korkutucu değil, bilakis sevgi dolu ve muzip bir varlık olarak canlanır beynimde.
E Muzip Tanrım, sırf ben büyüyeyim diye, gene şakasını yaptı.
Ben ki, henüz hamileyken, bir oğlum olacağını öğrenmişken, elime Nil Gün'ün Sünnet kitabını alıp, eşim Ali'yi canından bezdirme seanslarına başlamıştım. Şöyle ki ben ne kadar dayatma/dogma/önüme konan geleneğe kıllanan bir yapıdaysam, Ali de o kadar 'olsun'cudur. Bu yüzden, Ali'nin uyumlu, benim uyumsuz olduğumu değil, zıt olduğumuzdan, çekişen ama birbirimizi de tamamlayan bir ikili olduğumuzu düşünürüm, ya da düşünmeyi tercih ederim :D
İşte bu sünnet işini yaptırmasak gibi lafları telaffuz ettiğim anda, aslında gayet de beklediğim üzere, konuştuğum aile bireyine kal geliyordu. Odada zaman öyle bir duruyordu ki, gözgöze bakarken sanki biraz daha dişimizi sıksak, hava moleküllerinin etrafımızda  dolandığını tenimizde hissedeceğiz.
Neyse sonuçta Ali ile bu konuyu yüzeyselce tartışıp, zamana bırakmaya ama doğduğu an sünnet ettirmemeye karar vermiştik. En azından kendini bilsindi, kendini ifade edebilir bir yaşa gelsindi.
Iııh, öyle olmadı.
Denizhan doğumda tesbit edilen bir sebepten dolayı, henüz oral dönemden çıkmadan, yani 18 aylık olmadan önce sünnet olması tavsiye edildi. Maalessef karı-koca ağız tadıyla "Sünnet yapılması şart mıdır?Yoksa gereksiz midir?" üzerine bir münazara bile yapamadan karar kesinleşti: Bizim oğlan sünnet olacak!
Geçtiğimiz süreci, operasyona dair araştırmalarımızı başka bir yazıda detayları anlatmayı bir başka anne-babanın işine yarar diye isterim. Ama şu an mecalim yok. Sadece fotograf paylaşmak istiyorum. Ben sadece "operasyon, narkoz, yarebbim" diye enerjisel olarak diplerde sürünürken, akıllı Halası ve Babaannesi "E bu sünnetse, hani bunun kıyafeti, hani bunun süsü?" diyerek beni gülümsetmeyi başardılar. Bilen bilir geleneklere elimde balta girişen bir tiptim ben, de bu sefer, tam da bu ince düşüncelerinden dolaylı operasyon gününün rengi koyu kahveden beyaz-laciverte çevrildi. Yok henüz giymedi. Adam oldu yahu, gözlerim doluyor. Yok geleneklerden hoşlanmazmışım, falan, yok anne olunca herşey çok farklı.
Biz henüz taze ruhlarla muzipçe eğlenen Tanrı'ma gülümsüyorum ki operasyon ve sonraki 24 saatte herşey yolunda gitti, teşekkürler. 
Aşağıdaki operasyon sonrası fotoğrafı da ekliyorum, Denizhan'ın kafası henüz hala anestezinin etkisiyle iyiyken. Çünkü unutmayı değil, "Yaptıklarımız yapacaklarımızın teminatıdır. Aştığımız sıkıntılar, varacağımız noktanın gölgesidir." diye düşünmeyi arzu ettiğim için oğlumun elinde Damar Yolu diye tabir ettikleri iğne sabitlenmiş hali. Bizim kıpır kıpır oğlumuz elinde bu nesneyle 24 saatten fazla  dayandı. 
Şimdi önümüzde dikişleri patlatmadan geçirilecek koca 1 hafta ve bu konuda azami gayret ve kudurukluk gösterecek 1 minik adam var. Bizimleydiniz, belki farkında, belki dua ederek, belki enerji gönderdiniz, belki şimdi duydunuz. Bizimleydiniz, biliyorum...

Pazartesi, Ekim 18, 2010

Anahtarcı...

Küçükken ve sonra da ergenlikte aslında Batı Dünyası'nın ürünü korku filmleri ve kitaplarını okuyup korkmayı severdim. Şimdi ne gereksiz desem de, o dönemde adrenalinin vücudu yıkaması gençlere hoş geliyormuş işte. Bizimki de o hesap. Yerli olarak Gulyabani, ithal olarak Bogieman, ya da Candyman vardı arılara dönüşüp silip süpüren, ıyyyk. Aynı merakı şimdiki gençlerde de görüyorum, bizimki genç olana kadar neler, neler değişir kimbilir. Hah, bir de 2012'de göktaşı olayımız var, bakalım?
Denizhan her geçen gün sadece bedensel olarak değil, zihinsel olarak da değişiyor. Oyuncak bir çadırı vardı hani, bir kaç yaz öncesi babasıyla beraber başlarını soktukları, işte o çadıra ait bir plastik renkli anahtarlık var. Anahtarlığın ucunda kare, daire gibi temek geometrik şekiller. Bizi gözlemlemiş, elindekilere bakmış ve bu çadıra ait şeyin anahtar olduğunu ve sokak kapısında kullanılabileceğini keşfetmiş! Ardından böyle gerine gerine uzanıp anahtarın deliğine kapıyı kilitler/açar gibi hareketler yaptı. Baktı benim çok hoşuma gitti, önce 2. resimdeki gibi bir selam çakıp, bir canavar misali, teşbihte hata olmaz, neredeyse bir Bogie Man gibi*  kamerayı yemeye yeltendi.
Aman her yerimiz düzgün sanki de bu eksik. Bu yazıyı da bağlamıyorum, böyleyken böyle oldu işte :D
(*)Bu italik yazılı cümleyi kafamda buraya yazdım zannedip, yazıda zayıf da olsa bir bağlantı var zannederken, zzzt, AyçA'ya yakalandık. Kolay Referans için bakınız bu yazının ilk yorumu:D

Cumartesi, Ekim 16, 2010

Hoşgeldiniz Müdürüm!

Nereden çıktıysa yeni modamız bu. Eller arkada, göğüs öne çıkık, kasım kasım kasılarak yürüyor bizimki.
İlk gördüğümüzde bayıldık, hemen "Hoşgeldin Müdürüm!" nidaları yükseldi odada. Ama 3 gündür hiç fotograflayacak şansı vermemişti bize. Bu akşam ben öne geçtim, taklit ettim onun Müdür yürüyüşünü. O da düştü peşime:) Kare bu an'dan. Bu kadar hareketli bir bıdığa, bu kadar flu kareler...

Bu arada Denizhan büyüdükçe birbirimizle dil iletişimimiz de "doğal" olarak gelişiyor. Onunla karşılıklı iletişimde olmak çok heyecan veriyor. Mesela geçen gün eline suluğunun ağız yönünü ters almış, o anda yanımıdaki kişi ısrarla elinden çekiştirip düzeltmeye çalışıyor, bizimki suluğu sıkı sıkı tutmuş, kaptırmıyor. "Bir dakika." dedim. Döndüm Denizhan'a "Oğlum ters tutuyorsun, çevir şunun ağzını." Baktı elindekine ve hooop çevirdi.
Neymiş demek ki, bir arkadaşımın da dediği üzere, bu nesil anne karnından filozof çıkmış. Her şeyi biliyorlar, anlıyorlar ve şimdiden bizden fersah fersah ötedeler. İnşallah biz hızını kesmiyoruzdur minik adam:D

Salı, Ekim 12, 2010

Kitap Aşkı'na dair 2...

Denizhan'ın bu pozu çok hoşuma gitmişti. Banyo sonrasında halası ve küçük halasına mırmır mırmır masal okuduğu bir akşama dair.
Fotoğraf sanatı açısından olmasa da burada benim dikkatimi çeken özel ve gizli pek çok unsur var:D Oğlumuzun bilmiş suratıyla makineye poz vermesi, saçlarındaki bonesi, ve kareye bir Velasques resmiymişcesine girmiş detaylar.
Arkada kapıdan giren babasının görüntüsü ve aynadan yansıyan flaşın hemen yakınında fotoğrafı çekmeye çalışan hala ve babaannenin portreleri.
Velasques döneminin şatafatını ve sadece "güzel olanı" resmeden ressamlarından gerçeği resmederek ayrışmıştır. Bir de ışık ve gölgeye olan olağanüstü hakimiyeti tabi.Aşağıdaki resim Las Meninas / Nedimeler tarihte resmedilmiş ilk 3 boyutlu resim olarak bilinir. Tuvalde sadece giydirilmekte olan Küçük Prensesi değil, nedimelerini, ressamın ta kendisini (tuvalin arkasında), kral ve kraliçenin soluk bir aynadaki yarı belirgin yansımasını ve hatta kapıdaki geçerken uğrayan, görevini hatırlayamadığım adam bile resmedilmiştir. Sanki bir an için fotoğraf makinesinin vizörüne dönmüş karakterler, bir an sonra yürüyüp gidecekler, işlerine devam edeceklermişcesine. Bu resim beni de çok etkilemiş, uzun uzun baktırmıştır her seferinde. Sadece ben değil tabi. Aynı ligde olmasak da:) ünlü düşünür Foucault o kadar etkisinde kalmıştır ki bu resmin, yanlış hatırlamıyorsam "Kelimeler ve Şeyler" adlı kitabının kapağı bu resimdir.

Mesleğim mimarlık olduğu için belki de, Denizhan'ın daha küçük yaştan renkler, boyalar, kütleler ve hatta biraz ileride sanat tarihiyle içiçe büyümesini çok istiyorum. Onun için de buraya not düşmüş oldum:)

Mesela yenilebilir parmak boyası arayıp bulamamıştım. Neden böyle bir şey aradığımı soracak olursanız, beni buna yönlendiren yediği yemeklerin sularıyla mama sandalyesinin tepsisine resim yapmaya çalışan oğlumu gösteririm.  Evde yapma yöntemlerinde genelde gıda boyaları kullanılıyor ama biz mümkün mertebe her türlü kimyasalla Denizhan'ı geç tanıştırmayı hedeflediğimiz için çok içime sinmiyordu. Bunu da çözmenin basit bir yolunu bulmuş akıllı bir anne. Burada da okuyacağınız üzere ana renklerdeki meyve sebzelerin sularını unla meyane ederek Ev Yapımı Parmak Boyası üretmek mümkün! Bu boyaları üretebildiğim zaman oğlumun eserlerini de burada yayınlarım. Ama bugün sular kesik, dün de yoğunduk, yarın da ... Evde Toddler Art / Okul Öncesi Sanat sınıfı mı açsak? Ah, hayal etmesi bile güzel:)

Pazartesi, Ekim 11, 2010

Kitap Aşkı...

Bir bebek ki doğanın en hızlı gelişim dönüşüm zamanında. Hergün yeni şeyler gösteriyor bize. Bilenlere sıradandır belki ama bizim gibi çevresi bebek fakiri olanlara seyretmesi hergün bedava bir karnaval:)
Denizhan'a neredeyse doğduğundan beri kitap okuyoruz. Tam rutin diyemem ama demek ki kitap sevgisi içine yerleşmiş ki istediği zaman kitapları kendi seçip bize getiriyor okumamız için.
Bizimki cuma akşamı babası eve gelince çok sevindi. Çalan zilin sesinden, akşamın gelmesinden babasının geldiğini tahmin edip kapıya koştu. Kapıyı babasına açınca çevresinde dönüp çığlıklar attı. Sonra jet hızıyla oyun odasına koşup Baba'sının ona okuduğu bir kitabı getirdi ve önünde bacaklarına sarılıp zıplamaya başladı.
Bahsettiğim kitap dayısı E'nin ABD'den getirdiği bir kitap: Mommy & Daddy Hugs & Kisses İçinde 4 minik kitapçık var. İkisi annesinin, ikisi babasının okuması için: Anne Sevgisi, Anne Kucaklaması, Baba Sarılması, Baba Öpücükleri. Metinleri Türkçe okuyorum, çünkü İngilizce okursam şaşkınlıkla dönüp: "Ağzımdan manasız / olmadık şeyler çıkıyor, neler oluyor anne?" bakışı atıyor. Basit metinleri tercüme edip her seferinde aynı şekilde okuyoruz. İçerikler de resimler de çok ilgisini çekiyor. Mesela anne fil yavrusunu hortumuyla sıkarak sever, Anne papağan yavrusunu gagasıyla sever. gibi metinler var. Bunları anlatırken aynı hareketleri ben de Denizhan'a yapıyorum. Resimler için yukarıda linki bulunan Amazon'un web sitesinde Click to Look Inside diyerek içini görebilirsiniz. Genelde akşam yatmadan önce okuyoruz bu kitabı.
Dayısı E'nin getirdiği bir başka kitap da Little Panda. Bu kitabın içinde bir PAnda kafası şeklinde parmak kukklaıs var. Küçük Panda acıkmış, sayfalar boyunca Küçük Panda'ya farklı yiyecekler teklif ediliyor, ama başka hayvanlara ait çıkıyor gıdalar. Parmak kuklası Panda'da her sayfada karşımıza çıkıyor ve sonunda gerçekte ne yediğini anlıyoruz. Bizimkisi bu kitabın her sayfasında Panda'nın burnunu ısırma kısmını seviyor, aslında babasının parmağını ısırıyor:)
Bir de Caillou hikayeleri var tabi ki. Bizimki TV nedir bilmediği için Caillou'u sadece evdeki kitaplarından tanıyor. Kucağıma yerleşiyor ve okutturuyor. Kitap bitince isterse gidip yeni bir kitap getirip gene kucağıma tırmanıyor. Caillou'nun genelde ailelerin çok sevdiği bir karakter olduğunu biliyordum. Kitapları biz de okuyunca hak verdik. Küçük şeylerden mutlu olan, mutlu bir ailesi olan sıradan bir çocuk Caillou. Mesela şu öyküde hırs sonucu bir yarışmayı kaybeden minik adam, gidip kazananı da tebrik ediyor:)

Cumartesi, Ekim 02, 2010

Bugün "Emzirme Reformu"na destek verdik!

Destek derken karınca kararınca. Yoksa iş büyük, gizli kahramanlar çok, başarı tartışılmaz. Detaylar sonra. Çok yoğun koşuşturmacalı günler geçiriyoruz., insaf:D
Peki bu fotograf, şu fotograf ve başlık ipucu vermedi mi? :)

Nişantaşı City's'de Emzirme  Haftası kapsamında yapılan Lei Leo Defilesi'ne katılarak minik bir katkıda bulunmak istedik. Sevgili Ayça'mız ve iki fotoğrafçının daha Anne Sütü: Her Damlası Altın Fotoğraf sergisi ve bir de Lansinoh sponsporluğunda seminer vardı.
Bunca akıllı, becerikli kadın biraraya gelip harika işlere imza atıyorlar, ayakta alkışlıyorum:)



Cuma, Ekim 01, 2010

Afacan İkili Çadır'da!

Akşamları Babası işten tek parça halinde geldiyse, bizimkinin keyfi tavan yapıyor. Resim bir çadır sefasından. Ali ve Denizhan'ın boyutları çok şirin duruyor:) Bundan 5dk öncesinde de ana-oğul çadıra saklanıp, hayretler ve heyecanla babasının bizi bul(ama)masını beklemiştik:) Bulduğunda ise deli çılgın kahkahalar:)
Bu arada çadırı okyanuslar ve bagaj limitlerini aşarak bize getiren büyük dayısı ve yengemiz alınmasınlar ama, çadır aynı zamanda bizimkinin WC'si. Bizim kıpır kıpır ve sürekli sesli modda çalışan çocuğumuzdan ses gelmiyorsa,  %50 ihtimalle saklanmış bir yerlere büyük tuvaletini dünyaya armağan ediyordur. Diğer %50'lik ihtimal ise karıştırmaması gereken bir yeri karıştırma fırsatı bulmuş ve annesini uyandırmadan sessizce işe girişmiştir.
Not: Denizhan büyük tuvaletini yaparken ya masa altına, ya çadırına giriyor. Araştırmadım gerçi ama bunu bebeğimizin daha şimdiden ortaya koyduğu bir mahremiyet ihtiyacı olarak yorumlamak bize çok eğlenceli geliyor:)

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...